Please Enable JavaScript in your Browser to Visit this Site.

top of page

Rüya Analizi Semineri - IV. DERS

Güncelleme tarihi: 21 Şub



Rüya Analizi Semineri - IV. DERS


Ders VI - 21 Kasım 1925


Ele almamız gereken oldukça çok soru var; bunların çoğu I Ching’le (Değişimler Kitabı) ilgili görünüyor.


Bay Gibb’in sorusu konunun özüne iniyor:


“Önceki rüyadaki tasarımdan ve genel olarak bu tür tasarım ve desenlerden hareketle şu soru doğuyor:

Bu rüya ve fanteziler, belli bir felsefe biçiminin —mesela dört işlev (functions) fikrine dayanan bir felsefenin— doğruluğunu kanıtlıyor diyebilir miyiz? Yoksa sadece bilinçdışı bir arzu ya da herhangi bir tür ‘felsefe kurma ihtiyacı’nın ifadesi midir? Yani, deneyimleri bir bütünlüğe kavuşturmak veya sentezlemek için gereken bir tür yöntem talebi mi söz konusu?

Bana kalırsa bunlar en fazla, fiziksel bilimin soyutlamaları yerine psişik deneyimden kaynaklanan bir felsefeye duyulan ihtiyacı gösterebilir. Peki daha fazlasını söylemeye hakkımız var mı? Örnek vermek istersem: Hindistan’daki Moğol İmparatoru Ekber’in Fatehpur Sikri’deki Divan-i-Khas (özel kabul salonu) binası tam da bu konuştuğumuz tasarımlardan birini hayata geçirir. Ekber, bina ortasındaki bir sütunla desteklenen kâse-benzeri (saucer) kırmızı taş platformda oturur; dünyanın her yerinden gelen bilginler çevresinde çeşitli din ve felsefeler hakkında tartışır. Böylece kendisi için bir entegrasyon sağlamaya çalışır.

Bu salonda, ortadaki siyah gövdeli sütunun üzerinde duran kırmızı taş kâse neredeyse havada asılı gibi görünür. Dört yandan uzanan köprüler kâseye ulaşır; sanki binanın tamamı bu dört yön üzerinden oluşturulmuştur.”


Dr. Jung’un cevabı:

Evet, mandala ve olası anlamı hakkında söylediklerimiz bir çeşit “felsefe” gibi tınlayabilir, ama esasen bu bir felsefe değildir. Belki Pisagor’un “dörde” dair prensiplerine benzetebiliriz; gene de doğrudan bir “felsefe” oluşturma çabası değil, bilinçdışındaki olguların (facts) saf bir ifadesi.

Bir “felsefe ihtiyacı”nı dile getiriyor dahi diyemem; çünkü insanlar bazen “felsefe”den çok “din”i tercih eder. Bu figürler (mandalalar) bilinçdışı tarafından kendiliğinden üretilir ve bu yüzden dünyanın her yerinde karşımıza çıkar. En eskisi olarak bildiğim, kısa süre önce Chichen Itza’da —Maya “Savaşçı Tapınağı”nda— keşfedildi. Oradaki dış duvarın ardında, daha eski ve küçük bir tapınağın varlığı tespit edildi. İki duvar arasındaki moloz temizlenince, eski tapınağın duvarları açığa çıkarılmış. Zemin altında ritüel hazine saklama adeti olduğunu bilen kâşif, terasın döşemesini kazıp kireçtaşından bir silindir kap bulmuş. İçinde ahşap bir plaka üzerinde mozaik bir mandala deseni varmış; sekizli prensibe dayalı, yeşil ve turkuaz mavisi alanlar içeren bir daire. Bu alanlarda sürüngen başları, kertenkele pençeleri vb. figürler. Benim hastalarımdan biri de benzeri şekilde bölünmüş bir mandala çizmişti ama içinde bitki tasvirleri vardı. Yani bu tip şeyler öylesine doğal ki her yerde rastlayabiliyoruz.


Bay Gibb’in aktardığı Ekber örneği çok güzel. O imparator, özel kabul salonunu (Divan-i-Khas) açıkça bir mandala formunda yaptırmış, kendisi de ortadaki sütun üzerinde neredeyse “gökyüzünden sarkıyor” gibi duran o kırmızı taş platformda oturur ve dört bir yandan gelen alimleri dinlermiş. Çin felsefesinde de mandala, “Kare Ayaklı Evdeki Kare İnçlik Tarla” metaforuyla anlatılır. Bu “Ev”in, “Yok Edilemez Beden (Imperishable Body)”i oluşturduğu söylenir. Bir nevi, insanın maddi bedeni dışında bir “özsel bedeni” (subtle body) olduğu fikridir. Doğuda bu imaj, “ölümsüz bedeni inşa etmek” şeklinde ifade edilir.


Bana göre bu, çok eski ve arketipsel bir idea; gerçek olabilir veya olmayabilir, ben “her şeyi bilen Tanrı” değilim, sadece psikoloji alanında kalıyorum. Yine de Çin metinleriyle buradaki analizlerimizin şaşırtıcı uyumu var. Orada “bedeni (libidoyu, enerjiyi) dış dünyadan geri çekerek en içte yoğunlaştırma ve ölümsüz bedeni inşa etme” anlatılır. St. Paul’ün bahsettiği “yeni insan” (the new man) kavramıyla da benzer. Bunlar öyle derin, arketipsel düşünceler ki… Ama biz, analizimizde net olmalıyız: Bu Doğulu terimleri “ruhsal göç (transmigration), Tanrı’nın Oğlu” vb. gibi kolay kullanamayız, çünkü bizim kültürümüzde bu kavramlar felsefileşmiştir ve ilk Hristiyanların “Tanrı oğlu olmak” lafını rahatça kabul ettikleri dönem geride kalmıştır. Yine de “ölümsüzlük” arketipine dair konuşunca, modern insan şüpheyle yaklaşıyor: Onca insan, hayvan, böcek ne olacak? Cennetler, cehennemler nereye sığar? Metafizikte kesin sonuç yoktur; tek ölçüt, bir şeyin “tıkladığı” (clicks) yani sizin çalışmanızı sağladığı oranda geçerliliğidir. Ruhçulukta bile bin türlü yanılsama ihtimali vardır; hayaletleri asla kesin ispatlayamazsınız.


Dr. Shaw’un sorusu:


“Bu Doğu felsefesi unsurları günümüz psikolojisine nasıl böyle uyuyor? Özellikle I Ching’in 50. Hekzagramından (‘Pot/ kazan’) söz ediyorsunuz; bunun hem analiz yolunu hem de Yoga’yı sembolize ettiğini ima ettiniz.”


Dr. Jung:

Evet, Dr. Shaw analiz ve Yoga arasındaki benzerliğe işaret ediyor. I Ching’de “kazan (pot)” teması geçen bölüm, bir çeşit “Yoga prosedürü” içerir ve bizim analitik prosedürümüz de Batılı formlarla aynı sonuca gider. Semboller benzer, amaç benzer. Çin Yoga’sı rüyalarda ve bilinçdışı süreçlerde karşımıza çıkan sembollere çok benziyor. Yoga’dan söz etmek, bir analitik yöntem formundan da söz etmektir. Ama bu konular Batı’da çok az bilinir ve genellikle dirençle karşılanır.


Dirençlerin çoğu cehaletten gelir. Çoğu Avrupalı, Yoga’yı sadece “baş aşağı duran keşişler” diye küçümser. Oysa gerçekte Yoga uygulamaları üstünde gerçek bilgisi olan pek az insan vardır. Ben şahsen kendi küçüklüğümü hissettim, Doğu düşüncesiyle tanışınca. Burada bir örnek göstereceğim: Pekin’deki “Beyaz Bulutlar” (White Clouds) Tapınağı’nda bulunan bir resmin kopyası. Tam sanki ben “analitik psikolojinin ilerleme yolunu anlatan bir rehber” yazsaydım, öyle. Resim henüz yayınlanmadı; yayınlansa bile kimse anlamaz çünkü detaylarını kavrayabilmek için muazzam bilinçdışı semboller bilgisine sahip olmak gerekiyor. Şekil, insan omurgasını, baş, gözler, kalp bölgesi vb. katmanlar hâlinde tasvir ediyor; ama sırt kemiği yerine bir nehir kıyısındaki kayalar var… Yani Taoist Yoga, analizle büyük paralellikler taşıyor. Yakın zamanlarda bin yıllık bir metin daha bulunmuş, Frankfurt’taki Çin Enstitüsü onu çözmeye çalışıyor; Wilhelm bana “bizim bulgularımıza çok benzer malzeme içeriyor” dedi. Doğu ile Batı arasında bir çeşit “psikolojik köprü” oluşuyor. Dolayısıyla “Çinliler aptal, bizse pek zekiyiz” diye bir megalomanlığa düşmek yanlış olur.


Dr. Binger’in sorusu:


“Mandala kelimesinin kökenini açıklar mısınız?”

Dr. Jung:

Mandala, “küre” veya “çember” demek olup, içinde büyü (magic) anlamı da barındırır. Mandala’yı çizebilirsiniz, inşa edebilirsiniz ya da “Mandala Nritya” dediğimiz, figürlerin bir daire oluşturduğu danslar yapabilirsiniz.


BÖLÜM 3

“Here is another question that has to do with the famous chicken…”

Şimdi ünlü “kaçan tavuk” (daha önceki rüyada) meselesine gelelim. Tavuk kaçıyor, sıkışıyor ve sonra bir şekilde tencerede (pot) pişmiş hâlde bulunuyordu. Bayan Sigg, bu tavuğun “sezgi (intuition)” işlevi olduğunu düşünüyor. Ancak ben orada sezgiden bahsedebileceğimizden emin değilim. Hastanın belli bir işlevi geliştirdiğine dair bir ipucu yok.


Bayan Sigg:


“İlk rüya doğaldı, sonra mandala geldi ve sanki tamamlayıcı, bütüncül bir görüş (synthetic) sunuyor. Yani bu süreç sezgidir.”


Dr. Jung:

Evet, adam (hasta) kafası karışık ve bunalan hâlde, o mandala bir tür “düzenleyici mektup” gibi bilinçdışından çıkıp kafasını netleştiriyor. Mandala bir büyü tılsımı (amulet) gibi iş görüyor: karmaşayı düzene sokuyor. Tarih öncesi “Güneş tekerlekleri (sun-wheels)” de benzer şekilde mandala formlarına sahipti. Katolik Kilise’de Evharistiya ekmeğinin üzerinde de böyle bir “dört kollu çizgi” bulunur; Mithraik kültte de “mandala ekmeği” örnekleri var; tanrıyı yiyerek birlik sağlanır, totem hayvanı yemekle klan bütünleşir; bu simge binlerce yıl tekrarlanır.


Bayan Sigg:


“İçsel bir vizyon ile sezgi arasındaki farkı anlamıyorum.”


Dr. Jung:

Rüyada özel bir işlev kullanıldığını söyleyemeyiz; “vizyon”da bir şey zihninize girer, ama sezgiden farklıdır. Sezgi bazen bilinçli bir çabayla devreye sokulur. Bu hastada böyle bir “deneme” izlenimi yok. Rüyada olan biten, “zihnin bir işlevi” gibi değil; kendiliğinden ortaya çıkan bir görüntü. Onu sezgi diye adlandırmak gereksiz. Elbette onun öncesinde çaba sarf etmiş olabilir ama rüyanın kendisi bir “derinlikten gelen” manzara.


Öyleyse bu rüyayı fazlasıyla ele aldık sanırım; netleşti. Var mı hâlâ anlaşılmayan noktalar? Rüyanın bütün manasını görebildiniz mi?


Mr. Rogers:


“Bilinç öğesini hangi durumda dâhil ettiğinizi, hangi durumda etmediğinizi nasıl biliyorsunuz? Örneğin Macbeth’te veya Faust’ta üç figür var ama siz dördüncüyü—bilinci—ekliyorsunuz. Burada dört tavuk var ama bir de bilinç eklersek beş olur. Nasıl karar veriyorsunuz?”


Dr. Jung:

Fark şu: Rüyamızda dört hayvan var, “dört tavuk.” Bu, kişinin tüm işlevlerinin bilinçdışı (hayvanî) oluşuna delalet ediyor. Burada merkezi bilinç yok. Macbeth veya Faust’ta ise üç hayvanî, bir de insan başlı figür vardır (insan başı = bilinç). Dolayısıyla orada “4” sayısına bilinci de ekleriz. Oysa rüyada sadece dört “hayvan” var, “ortada” insansı merkez yok.


Mr. Rogers:


“Peki Horus’un dört oğlu meselesi nasıl?”


Dr. Jung:

Horus ortadadır, oğulları onun dört niteliği gibi. Tıpkı dört İncil yazarının, ortadaki Kurtarıcı’yla birlikte çizilmesi gibi: Biri insan başlı, üçü hayvan başlıdır. Orada toplam beş rakamı (Horus + dört oğul) da diyebiliriz ama aslen “Horus, bilinci (veya tanrısal merkezi) temsil eder, oğulları üç hayvanî + bir insansı” olup, “3 bilinçdışı + 1 bilinçli işlev” modelidir. Mandalayı incelemekte ihtiyatlı olmalıyız; ben burada “mitolojik figürleri psikolojik gözle” veya “psikolojik sonuçları mitolojiyle” açıklayarak tahmini yürütüyorum.


Anlaşılan, dört hayvansa hepsi bilinçdışıdır; üç hayvan + bir insan başlıysa bir işlev bilinç düzeyine çıkmış demektir; ortada (merkezde) beşinci bir tanrı varsa, bu “ben (self)”in tamamını simgeler.


Miss Hannah:


“Arka tekerlek (hind wheel) konusunu anlatmadınız. Bunun anlamı neydi?”


Dr. Jung:

Hasta kendi yorumunda “bu arka tekerleğin itici güç” olduğunu söyledi. Psikolojik olarak bu libido olur. Kaçan tavuğun, bu “arka tekerleği” alıp götürmesi, orada bir “motivasyonun” ya da yaratıcılık enerjisinin sızıp gitmesi demek. “Kadına (fanteziye) mı gidiyor yoksa okült çalışmaya mı gidiyor?” diye sorabiliriz. Hasta zamanının çoğunu “kadın hayallerine” mi, yoksa “okült araştırmalara” mı ayırıyor? Hangisi baskınsa oraya doğru “motivasyon” akıyor. Ben genelde hastanın ne kadar zaman, para, emek harcadığına bakarım. Kadınlar bile “güzel sözdense, benimle geçirdiğin saat kıymetli” der. Bu manada “arka tekerleğin” sızması analizi sabote edebilir. Mesela hasta, analistten kaçmak için başka bir şeye (örneğin aşka, ruhçuluğa) sığınıyor olabilir. Rüya “O arka tekerleği kurtarmadıkça ilerleme yok” der gibidir.


Sızma (leakage) analizi çok önemlidir. Bazı danışanlar, analiz esnasında “dokunulmaz bir bölge” (sneak out) inşa eder. Orada hiçbir değişim olmaz. Bu, bilinçli veya bilinçdışı olabilir; belki çok kibarca bahaneler uydururlar, ama esasen analizin etkisini durdurmak için. Örneğin bir kadın hasta, ilk seanstan hemen sonra bambaşka bir adama âşık olur. Bilinçli bakarsanız “tesadüf” der ama bu “güvenli kaçış”tır. Transfere girip derinleşmektense orada bir “sızma noktası” oluşturur, böylece anlist boşa konuşur. Bu “arka kapı” kapatılmazsa analistin her sözü oradan kaçar gider.


Benzer şekilde, hastanın “Doktor Jung iyi şeyler söylüyorsa onu Tibetli Mahatma’lar kanalıyla alıyor ama geri kalanı önemsizdir” gibi bir restriction mentale oluşturması da analizden kaçıştır. Bir gün bir hastaya bir şeyi hararetle anlatıyordum, ama kadının kafasında “Doktor Jung bana âşık, ondan bu kadar hevesli” düşüncesi varmış. Yani verdiğim mesajlar boşa gidiyor. O “leak” (sızma) bir kez oluşmuşsa, konuşmam nafile. Dolayısıyla bu adamda da —rüyayı gördüğümüzdeki aşamada— “okült çalışmalar” bu tür bir “sızıntı” işlevi yapıyor olabilir. Benim düşüncem o yönde.



Devam Bölümleri:



Carl Gustav Jung ve psikolojisini eğlendirerek öğreten ve dünyada tek olan bir roman serisi olduğunu biliyor muydunuz? Daha fazla öğrenmek için lütfen tıklayınız. 


Büyük Sır Üstadı serisi 4 kitap birarada

Comentarios

Obtuvo 0 de 5 estrellas.
Aún no hay calificaciones

Agrega una calificación

Bu blog içeriği konusunda her türlü istek ve şikayetinizi aşağıdaki e-postaya yazabilirsiniz.

©2024 Bilinçdışı Yayınları A.Ş.

bottom of page