Rüya Analizi Semineri - III. DERS
- Nazlı
- 20 Şub
- 8 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 21 Şub

Ders III - 21 Kasım 1925
C.G. Jung’un 1928-1930 yıllarında verdiği seminerin rüya analizi notları.
Bugün iki soru var.
İlki: “Rüyalarda, öznel (subjective) düzeyde ele almamız gereken imgelerin, çok az çağrışıma (association) sahip olması karakteristik midir?”
Hayır, bir rüyanın öznel düzeyde mi ele alınacağına, çağrışımların sayısına bakarak karar veremeyiz. Kriter çok farklıdır. Zaten bu, ikinci sorunun da konusudur: “Öznel ve nesnel (objective) yorum arasında seçim yapmanızı sağlayan faktörler üzerinde daha fazla durabilir misiniz?”
Bir rüyada öznel mi yoksa nesnel mi yorum yapmam gerektiğine karar vermemi sağlayan bazı belirgin ilkeler vardır. Belki şu noktayı bilirsiniz: “öznellik” ve “nesnellik” kelimeleri arasında ince nüanslar olabilir. Burada “öznel yorum” (subjective interpretation) derken, genelde kastedilen “kişisel görüş, pek de somut olmayan fikir” anlamını kullanmıyorum. Benim kullanımım daha tekniktir:
Öznel yorum: Rüyadaki imge, öncelikli veya tümüyle, rüya sahibinin kendisini ifade eder.
Nesnel yorum: Rüyadaki imge, rüya sahibinin dışında bir objeye—yani başka bir kişiye—işaret eder.
Hangi tür yorumun gerektiğini bilmek çok önemlidir. Genel kıstas şudur: Rüyada gördüğünüz kişi, rüya sahibinin şu an hayatında gerçekten önemli bir rol oynuyor ve onunla yakın ilişki içindeyse, nesnel yorum düşünülmeye değerdir; çünkü “karşıdaki kişi (objekt)” önemli olabilir. Fakat burada da dikkatli olmak lazım.
Freud’un bakış açısına göre, rüyanızda gördüğünüz kişi başka birini maskeleyen bir “yerine-geçen” figür olabilir. Örneğin bir hasta, aile doktoru Dr. Jones’u rüyasında görmüşse, Freud bunun aslında rüya sahibinin analistini, yani “beni (Jung’u)” ifade edebileceğini öne sürer. Bu, onun kuramına uyar. Fakat, ben diyorum ki: “Bilinçdışı, rüyada beni kullanmak istiyorsa zaten benim ‘imge’mi kullanabilir. Neden özellikle Dr. Jones’u seçsin?” Freud’un cevabı: “Çünkü hastanın sizinle ilgili fantezileri var ve bunları itiraf etmekte zorlanıyor; o yüzden uzaklardaki Dr. Jones’u kullanıyor.” Olabilir, ama ben ‘her vakada mutlak’ demiyorum. Sırf teoriyle doğrulamaya çalışmak bazen “doğal” gözükmüyor.
Benim durduğum nokta: Bilinçdışı, ne kast ediyorsa onu doğrudan söyler; Freud’un diplomasi, gizlenme fikri yerine “Doğa asla diplomatik değildir.” düşüncesindeyim. Doğa eğer bir ağaç oluşturuyorsa, bu ağaçtır; köpekle karıştırmaz. Bilinçdışı, “kandırmaca”yı bizden öğrenmiştir; kendiliğinden yapmaz. Eğer Dr. Jones’u seçiyorsa, onu gerçekten kastediyor olabilir.
Böylece eğer rüyanızda, uzun zamandır görmediğiniz, hayatınızda aktif rolü olmayan uzak bir akraba beliriyorsa, büyük ihtimalle bu figür, sadece içsel bir imgedir ve size dair öznel bir yönü simgeliyordur. Çünkü o kişi, psikolojinizi gerçek anlamda karıştıracak kadar “yakın” değildir. Tersine, yakınınızdaysa, büyük bir “psişik girdap” yaratabilir; o yüzden nesnel boyutu mutlaka düşünmeliyiz.
Yine de, nesnel yorum önerildiğinde, öznel boyutu tamamen es geçmemek gerekir. Neden mi? Çünkü insanlar, sizin psişenize ancak “participation mystique” (büyülü özdeşleşme) yoluyla etki edebilir. Sizin ruhunuzda onlara dair bir “kolaylık” olmazsa, o kişi ruhunuza nüfuz edemez. O nedenle teorik ve pratik açıdan, karşımızdaki objenin (o kişinin) aynı zamanda sizin bir parçanız (öznel yönünüz) olduğunu da dikkate almak değerlidir.
Ancak gerçekliği de unutmamalıyız. Eğer her şeyi öznel diye yorumlarsanız, hayatınızı bütünüyle “göreceli” ve “illüzyon” haline getirirsiniz; etrafınızla bağlantı kuramayacak kadar yalıtırsınız kendinizi. Bu nedenle ben, rüyalardaki “nesnel imgelerin” önemini vurgulamak zorundayım. Fakat “o objenin kendisi” yerine, objeye dair rüya imgesi daha mühimdir. Mesela, hiç bağlantınız olmayan uzak bir tanıdığın rüyada size yalan söylediğini görmek… “O uzak tanıdık yalancıdır” demek anlamsız olur. Muhtemelen içinizdeki bir “yalan” ya da “yalan söyleme eğilimi”dir. Ama bir yakınınız yalan söylüyorsa, “Bu yalan acaba bende mi, o kişide mi, yoksa aramızdaki ilişkide mi?” diye gerçekçi şekilde bakmalıyız.
Çoğu insan “Kötüyüm demek istemem, içimde karanlık yok” diyebilir; ama her insan bir miktar “kötü” yan taşır. Dolayısıyla “Rüyada kara koyun gördüm, demek ki ben kara koyunum” yaklaşımı, bazen çok gerekli olabilir. Eğer “En yakın arkadaşım kara koyun” diye rüya gördüysem, bu şu anlama gelebilir: “Ya ben kara koyunum, ya da o.” Ya da ikimizin arasında “kara” bir şey var.
BÖLÜM 2
Şimdi, geçen ders konuştuğumuz jeux de paume (top oyunu/pelota basque) konusuna döneyim. Hastanın çağrışımlarına göre, rüyadaki salon bir “cemaat ayini veya ritüel” hissi veriyor, aynı zamanda bir çeşit “pelota oyunu” (pelota basque) sahnesi de anımsatıyordu. Bahsettiği salon, bir yandan yemek masası, öte yandan top oyunu alanıydı. Orta Çağ elyazmaları incelendiğinde, eski bir ritüel olan “jeu de paume”ın 12. yüzyıla kadar oynandığını, yer yer 16. yüzyıla kadar devam ettiğini gördüm.
Eski Latince metinlerde bu oyunun tarifleri var; ne var ki kısa ve eksik betimler, çünkü dönemin insanları için zaten aşina bir şey olduğundan fazla açıklamaya gerek duymamışlar. Yine de size bunlardan birkaçını aktaracağım:
Bir metinde anlatılır ki:
“…Yeni seçilen kanon (din adamı), topu deana (koro başkanı) uzatınca, dean başını amice (rahip başlığı) ile kapatır ve Pelota adı verilen topu sol eliyle tutarak dans etmeye başlar. Diğer kanonlar da el ele tutuşup, ‘Paskalya Kurbanı’ ilahisini antiphonal (karşılıklı) şekilde söyleyerek labirentin etrafında dairesel bir dans yaparlar. Dean ise topu sırayla dansçılara atar. Ardından, tüm koro yemek için—kimi metinlerde şaraba da yer verilir—yerlerine geçer; bir vaiz, kürsüden vaaz okur. Sonra büyük çan çalar, aralarında en yeni seçilen kanon topu tekrar deana sunar, dean başındaki amice’i geriye atarak topu eline alır…”
Narbonne’da da benzer ritüeller, Paskalya Pazartesi günü gerçekleşirmiş. Ayrıca Napoli’de, 6. yüzyıl ortalarında bir piskoposun döneminde, “ruhun ferahlığı” için her sene pelota oyunu düzenlenirmiş.
Bütün bunlar, top oyununun bir çeşit bahar ayini, kurban ve canlandırma ritüeliyle bağlantılı olduğunu gösteriyor. Bazı yerlerde “gelin topu (bride-ball)” vb. gelenekler de var. Kiminde ise top, “geçen yılın tanrısı” olarak görülüyor, paramparça ediliyor, herkes pay alıyor—tıpkı Hristiyan komünyonunda ekmeğin bölünmesi, tanrının bedeninin parçalara ayrılması gibi. Bu da baharda yapılan kurban ritüelleriyle ilintili. Muhtemelen top güneşi simgeliyor. Orta Çağ’da “Alleluia’nın gömülmesi” denilen bir başka âdet vardı: Alleluia dişi sayılırdı (Latince’de “a” dişil ek), Paskalya’da gömülür, sonra yeniden doğardı. Bir elyazmasında “toprak kesiti” tabut gibi taşınarak gömülür, su ve buğday serpilirdi. Bu, Güneş’in (ya da toprak-anne’nin) baharda yenilenmesi inancının ifadesi gibi görünür.
Hastanın rüyasında bu yeme-içme / top oyunu motifleri birleşiyor. Kendisi, pelota basque ve “top oyunu salonu” fikrini çağrıştırdı ama bilinçli bir bilgisi yoktu bu Orta Çağ törenlerinden. Yine de rüya, “toplu yeme (komünyon) ve oyun”u harmanlıyor. Ayrıca son dersteki “topluluk fikrini” (community) konuşmuştuk; orada “herkes sırtını dönüyor” diye değinmiştik. Bilinçdışında bu tema etkisini gösteriyor olabilir. Hatta biz seminere çay molası verip dağılınca, “ortak ruh” belki zedelenmiş hissedildi. Birileri “Mola her şeyi böldü” dedi. Oysa tam da “birlikte çay içmek” bir çeşit topluluk davranışı olabilirdi. Bu bilinçdışı reaksiyonlar bazen “rahatsız atmosfer” oluşturur. Bu durumda “topluluğun ruh doktoru” misali, birisi rüyasında “tedavi edici mesaj” alabilir.
Bu seminerde de benzer bir şey oldu: Dr. Shaw bir rüya gördü, “önder/şaman rüyası” gibi. O rüyayı anlatsın:
Dr. Shaw:
“Rüyamda İspanya’dayım; kocaman bir arenada boğa güreşi yapılıyor. Adamla boğa dövüşüyor, kalabalık bağırıyor ‘Boğayı öldür!’ diye. Ben ise boğanın öldürülmesini istemiyorum; tüm gece boğayı savunuyorum. Ertesi gün derste Dr. Jung, Mithraik boğa öldürme sahnesinden bahsediyor.”
Dr. Jung:
Bu rüyayı, söz konusu “topluluk meselesi”yle bağdaştırın. Mithra’da boğa öldürme kutsaldı, “bireysel disiplini” sembolize ediyordu. Kadınlar bu ritüele alınmazdı. Ama Dr. Shaw “boğayı öldürmeyin!” diye mücadele veriyor. Niye? Öneriler var:
“Belki kurban vermeye karşı direnç; fedakârlık yapmaktan kaçıyoruz.”
“Belki boğada iyi bir şey var, yok etmemeliyiz.”
“Eskilerde bu türden bir öldürme, topluluk hissi sağlıyordu ama biz belki artık başka bir yol bulmalıyız.”
Evet, boğa dövüşü bugün vahşet gibi gelir, insanların bütün kanlı coşkusu iğrenç gelir. Modern dünyada boğa öldürmek, “birlik duygusu”ndan çok öfke yaratır. Hristiyanlıktaki “tanrının kurban edilmesi, kanının içilmesi” sembolizmine de pek çok modern insan tam olarak duygusal yakınlık hissetmiyor artık. Yine de, içimizde “hayvan” olan tarafı bütünüyle öldürmek iyi değil. Boğa “doğal güç”tür. Eski Hristiyan geleneğinde hayvan, “kötü” sayılır; oysa hayvan sadece hayvandır, ne iyi ne kötü. İnsan “iyi olabiliyor” diye aynı zamanda kötüdür de. Boğa kendi doğal yasasını izler. Yani boğayı öldürmek, doğaya aykırı olabilir.
Dolayısıyla Dr. Shaw’un rüyası, “Boğayı öldürmeyin, doğallığı yok etmeyin” diyor. Bu “tövbe” gibi bir mesaj. Belki yeniden “doğayla uyum” kurabilirsek, o “kopukluk” gider. Benim (Jung olarak) rüyada “Mithraik boğa zaten öldürüldü” demem, sembolik olarak, tarihte bu ritüelin gerçekleştiğini, Hristiyanlığın da onu benimseyip sürdürdüğünü ifade eder. Boğa tekrar tekrar dirilir ve öldürülür. Şimdiyse, bireysel planda boğayı nasıl dirilteceğiz? Belki o hayvani enerjiyle yeniden bağlantı kurmak gerekli. Boğa yaşamalı ki topluluk (collectivity) canlansın.
Bu genel örnekle “bilincin-bilinçdışının etkileşimini” tekrar vurguladıktan sonra, hastamıza dönelim. Bir önceki rüyada “kayınbiraderinin eşinin gelmeyişi”nden bahsedildi: Çünkü çocuk hastaymış. Şimdi rüya, kayınbiraderin evinde geçiyor. Rüya mekânı değişince, “psikolojik sahne” de değişir. Topluluk sahnesinden “ailevi” bir sahneye geçtik. Burada “kadın (eş) katılmadı, çocuğu hastaydı” teması var. Tıpkı Mithra ayinlerine kadınlar giremezdi, jeu de paume erkek oyunu idi. Yani “kadın” dışarıda kalınca, erkeğin duygusallığı (feeling) eksik kalır. Kimi erkekler “kadınlarla aynı komitede olmak istemem” diyebilir; belki içindeki kadın yanı (anima) ile sağlıklı bağı yoktur.
Hastanın kayınbiraderinin evi, gerçekte hastanın kendi evine yüz adım mesafedeymiş, “sıkça görürüz birbirimizi” diyor. Ama evi, “hep gri boyalı, sıkıcı ve renksiz” diye betimliyor. Bu alışıldık (inherited) yaşantı tarzını simgeler. “Renk katsalar ne iyi olurdu” diyor. Muhtemelen rüya, kendi ruhsal evinde de monotonluk olduğunu, daha renkli bir hayal veya duygu istediğini anlatıyor. Burada çocuğa dönüyor konu:
Gerçekte, kayınbiraderin iki yaşında erkek çocuğu varmış, ölmüş. Ama rüyada bu hasta kız. Ayrıca adam “Küçük kızları daha çok severim, daha sevecen bulurum” diyor. Sonra “İki yıl önce yurtdışından dönmüştüm ve o sıralar, okült kitaplara, spiritizme, teozofiye sarmıştım. Visionary of Prevorst (Justinus Kerner) vb. okudum. Kafam çok doldu, ‘bu sefer de şu doktor bir analiz yazsın’ diye düşündüm ama sonra vazgeçtim. Onu da yaralayabilirdi.”
Demek ki iki yıldır onda “okült ve mistik” konulara merak var. Fakat bunlar belli belirsiz rahatsızlık da yaratıyor. Yeni bir şey filizleniyor (iki yaşında kız), ama çocuğun yüzü hasta, iki yıl önce ölen oğlanla bağlantılı, yani zehirli gıda almış gibi. Hasta “Bu okült şeyler insanı biraz gerçeklikten koparıyor” diye düşünüyor. Yani rüya, “iki yıllık yeni oluşum”u sembolize eden kızı gösteriyor; ama kız iyi beslenmiyor, boğazına “okült” takılıyor. Dahası, “biri bana çocuğun eşimin adını telaffuz etmediğini söyledi” diyor. Normalde yeğenleri ilk onun karısının ismini söylerlermiş. Fakat rüyadaki kız “Maria” demiyor. Hasta da “Ona doğru telaffuz ettirmeye çalıştım” diyor. Yani içindeki yeni ruhsal çekirdek, eşiyle (Maria) uyum göstermiyor, ismini bile söylemiyor. Hasta, buna itiraz ediyor, “Ama her çocuk önce Maria der!” diyor. Sanki “Bu minik oluş neden karımın adına direniyor?” diye şaşkın. O, evlilikte “herkesin aynı sesi çıkarmasını” ister gibi.
Sonra bir detay: Rüyada ismi “Mari-” diye başlatıp a kısmını esneyerek bitiriyormuş, kendince çok komik buluyormuş. Ama uyanınca “Bunda komik ne var?” diyor. Aile de “Çocukların yanında böyle yapma, kötü örnek” diye tepki gösteriyormuş. Bu, gerçekte “monoton gri evlilikle” alakalı bir sıkıntı, esneme, can sıkıntısı ifadesi olabilir. Lakin adam bunu kabul etmiyor, “kurallara aykırı” görüp bastırıyor.
Daha sonra başka bir rüyasında “Eşiyle birlikte bir gemi kamarasında seyahat ediyorlar; gemi duruyor, pencereden bakınca sahilde bir harabe görüyor; derken gemi aslında okyanusta değil, bir nehirde; sonra da gölcükte kımıldayamayan bir tekneye dönüşüyor” gibi sahneler görmüş. Bir bakıma “Evli çiftin birlikte yolculuğu dursa da, başka yönlere sapıyor, ‘neden gemide yaşıyoruz ki?’ diye sorguluyor” türünde bir karmaşa sembolize ediliyor.
Özetle, rüya kız çocuğu üzerinden, hastanın “iki yıldır gelişen yeni duygu/yaratıcılık” boyutunu anlatıyor; ama bu yeni kısım, evlilikle (Maria) uyuşmuyormuş gibi. Hasta da inatla “Hayır, hepsi uyumlu olsun” diyor. Bu, “gri perdeli evinde renksizlik” yaşamasının, duygusal veya yaratıcı yanın “hasta” olmasının bir göstergesi. Rüyanın gerisi, diğer analiz kısımlarında ele alınacaktır.
BÖLÜM 3
Bu “Lecture III” metninde, Dr. Jung iki ana konuya odaklanır:
Rüyalarda öznel/nesnel yorum ayrımı
Pelota Basque (jeu de paume) / Paskalya ayinleri ekseninde “topluluk” ve “kurban” sembolleri
Ayrıca Dr. Shaw’un rüyası (boğa güreşi ve boğayı savunma) üzerinden, eski kurban ritüelinin artık modern insanın duygusal topluluğunu besleyemeyeceği, belki doğayla yeniden temas kurulması gerektiği vurgulanır.
Hastanın kendi rüyasındaki yeni sahnede, “kayınbiraderin evi, iki yaşında hasta kız çocuğu, kadının eksikliği, eşi ‘Maria’nın adının söylenememesi” gibi motifler, hastadaki yeni yaratıcı duygu ile evlilikteki monotonluk çatışmasını açığa vurur. Özünde, “renksiz” ev hayatına karşı bir “renklilik ihtiyacı” ve okült ilgi, şiirsel/duygusal potansiyel sembolü (kız çocuğu) vardır.
Devam Bölümleri:
Rüya Analizi Semineri - I. DERS
Rüya Analizi Semineri - II. DERS
Rüya Analizi Semineri - III. DERS
Rüya Analizi Semineri - IV. DERS
Carl Gustav Jung ve psikolojisini eğlendirerek öğreten ve dünyada tek olan bir roman serisi olduğunu biliyor muydunuz? Daha fazla öğrenmek için lütfen tıklayınız.

Comments