Please Enable JavaScript in your Browser to Visit this Site.

top of page

Rüya Analizi Semineri - I. DERS



Rüya Analizi Semineri - I. DERS

I. DERS – 13 Ocak 1929


Rüya analizine dair bir dizi rüya incelemiştik ve şimdi o seriye devam edeceğiz; çünkü aynı hastanın bir dizi rüyasını adım adım takip etmek, rüyaların nasıl analiz edildiğine dair daha iyi bir izlenim edinmenizi sağlayacaktır.


Analize ilişkin bazı önyargıların olduğunu fark ettim ve devam etmeden önce kısaca bunlardan bahsetmek istiyorum.


Analizde göz önünde bulundurmamız gereken en önemli etkenlerden biri, danışanın yaşıdır. Analiz yaparken, kişinin yaşına göre tutumumuzda büyük farklar olması gerektiğini düşünüyorum. Hayatın sonraki dönemlerinde önemli olan şeyler, erken dönemde tamamen önemsiz görülebilir.


İkinci olarak, danışanın hayata uyumunu göz önünde bulundurmalıyız: Hayat standardının üstünde mi altında mı, makul beklentileri yerine getirmiş mi getirmemiş mi? Örneğin kırk yaşına gelindiğinde, kişinin kök salması, bir konum, aile vb. edinmesi gerekir; aksi hâlde psikolojik anlamda “savrulma” yaşanır.


Kırkında hâlâ bir hedefi olmayan, evlenmemiş, hayatta yerini bulamamış insanlar, bir tür “göçebe psikolojisi” içindedir; hiçbir yere tam ait değildirler. Böylesi insanların çözecekleri mesele, kurulu düzeni, evi, ailesi olan ve kendi görevlerini tamamlamış insanlardan farklıdır; çünkü onlar hâlâ o görevi yerine getirmemiştir.


Öyleyse ilk sorumuz: “Bu kişi normal ölçüde uyumlu mu, değil mi?”


Gençler uyumsuz olabilir çünkü çok gençtirler,

Diğerleri farklı sebeplerle: Karşılaştıkları engeller, dirençler veya fırsat eksikliği yüzünden.

Dolayısıyla birine “Şu şey mutlaka değişmeli” derken, bir başkasına “Bu şey asla değişmemeli” diyebiliyoruz. Bazen belirli fantaziler, makul bir uyumu olmayan biri için en kötü zehir etkisi gösterebilir. Ama tam tersine, sağlam bir çevreye kök salmış, hatta belki o çevre içinde “hapsolmuş” birinin içinde beliren hayal gücü kıvılcımları ise oldukça değerli olabilir — özgürleşmenin tohumlarını içerebilir.


Bütün gençlerin fantazileri vardır ama her zaman farklı yorumlanmaları gerekir. Genellikle güzeldirler; ama çoğunlukla negatif bir işleve sahiptirler. Gençler çok dikkatli ele alınmazsa bu fantazilere takılıp kalabilirler. Eğer onlara sembolizmin kapısını açarsanız, gerçek yaşam yerine bu fantazileri “yaşama” riskleri vardır.


Genç Bir Kız Örneği

Birkaç gün önce bana gelen, nişanlı bir genç kız var. Erkek arkadaşı da kendisine âşık, o da adama âşık. Dört yıldır, haftada beş gün analiz görüyor; yılda yalnızca üç hafta tatil yapıyor. Kendisine “Neden evlenmiyorsun?” diye sordum. Bana, “Önce analizimi tamamlamam gerek, bu benim sorumluluğum,” dedi. “Sana o sorumluluğu yükleyen kim? Senin esas sorumluluğun hayata karşıdır!” dedim.


Bu kız, analizin kurbanı olmuş durumda; doktoru da aynı şekilde tıkanmış. Burada kız fantaziler içinde yaşıyor; oysa hayat onu çağırıyor. Kız, animusuna (erkeksi psişik yanına) yakalanmış durumda. Diyelim ki gidip saçma bir şey yapsa bile, bu yine de onu hayata itmiş olur; ama bu hâliyle sonuç sadece belirsizlik, havada asılı kalma, “hiçbir şey”dir.


Kızın analisti bir kuram izliyor ve kız “hayat” yerine “analiz”i meslek edinmiş gibi davranıyor. Eğer bu kadın hayatının ikinci yarısında olsaydı, tedavi tamamen başka olmalıydı; birey bütünlenmeye ihtiyaç duyardı. Doktorun niyetinden şüphe etmiyorum ama ben hastalarıma karşı daha “kaba” davranıyorum: Onları haftada iki-üç kez görüyorum ve yılın beş ayını tatilde geçiriyorum!


Şimdi takip ettiğimiz vakayı kısaca özetleyeyim.

Rüya sahibi kırk yedi yaşında, nörotik değil, büyük bir tüccar; son derece geleneksel, düzgün, entelektüel ve kültürlü bir adam. Evli ve çocukları var.


Temel sıkıntısı, “fazlasıyla” uyumlu oluşu. Tam anlamıyla çevresine, işine, sorumluluklarına zincirlenmiş. Özgürlüğünü yitirmiş. Yaratıcı hayal gücünü tamamen “gerçekçi” olma adına feda etmiş. Dolayısıyla bu adamda fantazinin en ufak izine bile değer vermek gerekiyor — çünkü yeni bir şey olabilir.


O, yavaş yavaş hayatında “Daha fazlası olmalı” duygusunun eksikliğini fark etmiş. Bir süre teozofi okumuş, biraz da psikanaliz kitaplarına göz atmış, sonra bana geldi. İki yıldır ara ara görüşüyoruz.


İlk rüyasının analiziyle eşinden genel olarak, hayattan da özellikle sıkılmış olduğunu kabul etti. İkinci rüya, dört gün sonra, ilk rüyanın bulgularından yola çıkarak görülmüştü.


Rüya Metni [2]:

“Karım, fakir bir terzi kızı (genç bir kadın) ziyaret etmemi istiyor. Bu genç kadın sağlıksız bir yerde yaşıyor ve çalışıyor, veremli. Ben de ona içeride çalışmaması, açık havada çalışması gerektiğini söylüyorum. ‘Benim bahçemde çalışabilirsin’ diyorum; ama kız ‘Makinem yok’ diyor. Ona ‘Karımın dikiş makinesini kullanabilirsin’ diyorum.”


Rüya sahibi, önemli kısımları unuttuğundan şüphelense de elinde bu kadarı var. Şöyle der:

“Rüyada cinsellik yok ama ben yine de cinsel bir hava sezdim. Karım beni ziyarete çağırdığında, “belki de bir şeyler olur” diye düşündüm.”

Bu, otel lobisinde bekleşen erkeklerin yüzünde gördüğünüz ifadedir; sanki bir sosisli sandviç burnunun ucuna düşecekmiş gibi beklerler.


Devam eder:

“Karım tamamen pasifti ama ben sanki yalnız başıma hareket ediyormuşum gibi davrandım. Terzi kız koyu renkler giyiyordu. Birinden duyduğumu hatırladım: ‘Verem hastalarında kullanılmamış libido olur ve bu onlarda erotizmi artırır’ denirdi. Dikiş makinesi karıma ait ve normalde ilk sözü onun etmesi gerekiyormuş gibi hissediyorum.”


Rüya sahibi, kendi hapsolmuş hayatıyla kızın yaşadığı o “dar ve sağlıksız” yeri özdeşleştiriyor. Kendi duygularını açıkça yaşayamıyor. Tek çare, “kız”ın (yani bu duygunun) kendi bahçesinde, karısının makinesiyle çalışması. Yani saygın bir adamın duyguları “açık”ta olamaz, “kendi bahçesinde” yani evlilik çerçevesine geri itilmek zorunda.


Saygınlığının bir nedeni de zührevi hastalıklardan korkması. İlk rüyanın analizinden çıkardığı sonuç: “Evliliğinden de hayattan da sıkıldığını kabul etmesi gerek.” Bu, rasyonel bir erkeğin gerçek duygularını kabul etmesinin ne kadar zor olduğunun göstergesi.


Kadınlar için Eros (ilişki kurma ilkesi) doğaldır ama erkekler için Logos esas ilke, dolayısıyla Eros ikincil ve daha “zayıf” (aşağı) konumdadır. Erkek, içinde belli bir “kadınlık” bulabilirse ilişki (Eros) işlevini geliştirebilir. Kadınlar ise “zihin” (Logos) işlevini fark etmekte zorlanır. Tıpkı bir erkeğe “duygularını kabul ettirmeye çalışmanın” çok zor olması gibi, kadına da “aklını kullanması” konusunda aylarca mücadele vermek gerekebilir.


Benim annem çelişik zihinli bir kadındı; ondan, kadının doğal aklını öğrendim. Küçükken çok yaramazdım, annemin sevdiği o “terbiyeli, temiz giyimli, elleri pak” çocukları hiç sevmezdim; fırsat buldukça onları döver, kandırır, türlü oyunlar yapardım; bana iğrenç gelirlerdi. Annem o çocukları bana örnek diye gösterirdi.


Bir gün bu “terbiyeli” çocuklara bilhassa vahşi bir şey yaptıktan sonra annem bana çok kızdı: “Hayatımı mahvedeceksin böyle devam edersen” diye çıkıştı. Çok üzüldüm, bir köşeye oturdum. Annem beni orada unuttu, kendi kendine konuşmaya başladı. Onu duydum: “Tabii, bu kadar çok yavru doğurmamalıydım,” dedi. Bunu duymamla anneme sevgim yine düzeldi.


Kadınların iki aklı vardır: Biri geleneksel, toplumsal akıl, öbürü doğanın acımasız ve mantıklı aklı. Her ikisini de kullanabilir.

Anatole France’ın “Penguen Adası” (Penguin Island) bu durumu çok güzel örnekler. Orada penguenlere vaftiz uygulanır; ama tartışma çıkar: Bu küfür olmaz mı, çünkü penguenlerin ruhu yoktur, ruh insanlara özgü bir şeydir. Tartışma büyüyünce gökyüzünde bir konsey toplanır. Kimse çözemeyince, Azize Catherine çağrılır.

O, her iki tarafa da iltifatlar ettikten sonra der ki: “Doğru, penguenler hayvan oldukları için ölümsüz ruhları olamaz. Ama vaftizle insan ölümsüzlüğe ulaşır, öyleyse…” ve Tanrı’ya dönerek “Donnez leur une âme mais une petite.” (“Onlara bir ruh verin ama küçük bir tane,”) der.


Kadın, doğanın kendisi gibidir; korkunç, tutarsız ama aynı zamanda mantıklıdır. Bir erkek kendi Eros yanını keşfetmeye kalkışınca, öğretileriyle çelişen, zıt eğilimlerle dolu bir tablo bulur. Kadının gerçek “korkunç” (ya da vahşi) aklını hisseder ve bu onu afallatır. Yine de bu, onun doğayla kurduğu bağdır.


Rüya sahibi sıkıldığını itiraf etmeyi başardığı için bu önemli bir başarıdır; ama o hâlâ bu sorunla yalnız. Doğal aklın tabuları herkesi gerer. Tabii, bunları karısından saklıyor. “Rüya onu teselli ediyor” gibi düşünebiliriz ama gerçekte rüya öyle “iyilik peşinde” değildir. Nezaket, doğada yoktur; şefkat ya da zalimlik, insana özgü kavramlardır, doğaya değil.


Rüyada “Karım bana o kızı ziyarete gitmemi söylüyor” ifadesi, adamın sıkıntısını biraz hafifletiyor. En azından karısının karşı durmadığı hissi, yalnızlığını azaltıyor. Bu rüya bir tavrı uyandırmış olmalı ama gerçeğin tamamını söylemek zor diyebiliriz.


Rüyadaki “karı” neyi temsil eder? Terzi kızı, onun “dışarıya giden” duygularını, karısıysa evdeki saygın duygusunu… Yorum, “Benim karımla paylaştığım duygular, başka duygularla ilgilenmeye hevesli” şeklindedir. Gerçekte karısının bu “dışardaki duygular”a ilgisi yoktur; ama rüya, “O duygularla ilgilenirsen karına yönelik hissin daha bireysel, daha canlı olur” der. Belki de karısını katı ve durağan görmesinin nedeni, kendi duygularına da haksızlık etmesi. Eğer “dışarı giden” yani yaratıcılık taşıyan duygularıyla yüzleşmeyi öğrenirse, karısıyla ilişkisi de canlı hale gelir — çünkü kuşku barındırır. Kuşku, hayatın tacıdır; çünkü doğruluk ve yanılgı orada birleşir. “Kesinlik” bazen ölümcül bir durağanlıktır, oysa kuşku dinamiktir.


Kısacası, rüya ona “Bu yeni duygu ilişkisine dikkat edersen, karınla ilişkin de yeniden şekillenecek” diyor. Tabii rüya bunu “yardım etmek” için yapmaz; rüya sadece gerçeği gösterir. Kadın sadece “belli şeyleri” düşünmek üzere yetiştirildiyse aslında hiç düşünemez, insanı tek bir yola zorladığınızda işlev sağlıklı işlemez. Hisler de böyle. Eğer “Sadece şu duyguları yaşayabilirsin” derseniz, kişi doğru işlem yapamaz.


Rüya sahibinin, karısıyla ilişkisindeki bozulmanın temelinde, kendi duygularının yaşam alanı bulamaması yatıyor. Eğer “dışa yönelen” duyguları dikkate alırsa, eşiyle de ilişki kurabilir. “Şüphe etme!” kuralı büyük bir hatadır.


Buraya kadar, “Yeni ve sıra dışı hislerini tanıması, karısıyla ilişkisinde ona fayda sağlayacak” sonucuna vardık. Ama o duygular “veremli bir kıza” bağlı; yani o duygular “hasta.” Bazen duygular ve düşünceler de hastalanıp ölebilir.


“Birkaç gün önce eski bir hastam bana danışmaya geldi.”

On beş yıl önce hastam olmuştu; ama o zamanlar belli şeyleri görmeyi kabul etmedi, oyuna katılmak istemedi, çocuk olarak kalmak istedi. Kimi insanlar hayatı ciddiye almak istemez, sanki sonsuza kadar çocuk kalmak üzere doğmuş gibidir. Mesela diyabet hastası olarak bana gelen birinin semptomlarına kulak asmaması veya söylediklerimi umursamaması hâlinde ben ne yapabilirim ki?


Geçenlerde yine geldi, çok kötü görünüyordu ve bunu fark ettiğimi görünce, “Evet, durumum çok kötü, ama artık bir problemim yok,” dedi. Kocasına “histerik olmadığını” söylememi istiyordu; zira gerçekten de hiç problemi kalmamıştı — hiçbir sıkıntısı yoktu çünkü sorunlarını içine çekmiş, bedenine dönüştürmüştü.


Böyle vakalarda mesela kalp tamamen psikolojik sebeplerle çarpıyor; bu bir nevi siper şoku (shell-shock) benzeri bir nevroza yol açıyor. Her şeye irkilir, tepkilerini kontrol edemez hâle gelir. Kişi dertlerini bedende somatize ederse dış sorunları silinir ama beden çürür.


Nevroz psişik süreçlere derinden nüfuz etmişse, durumu düzeltmek için muazzam bir “cezalandırma” ya da hayatın kendisini tehlikeye atacak kadar sert bir yüzleşme gerekebilir. Çoğu zaman ise o kapak sonsuza dek kapanır.


Herakleitos (Karanlık Filozof), eskilerin en zeki filozoflarından biri, şöyle demiştir: “Ruhun su haline gelmesi, ruh için ölümdür.” Yani, bilincin yitirilmesi ruhun ölümü demektir. Beden ölmeden önce ruh ölebilir; insanlar hayalet gibi dolaşan maskelere dönüşür — ölü, ama “emme”ye devam eden sülükler misali. Bu bir tür ölümdür. Zihnini bir lapa hâline getiren insanlar da gördüm. Sorunlardan kaçmak mümkündür; yeterince uzun süre gözleri kapalı tutarsanız kurtulursunuz, ama bu, ruhun ölümüdür.


Eğer bizim rüya sahibimiz bu duygusal problemini dikkate almazsa ruhunu yitirir. Bir otelin lobisine bakın: Maskeli suratlar görürsünüz. Bu ölü insanlar sıkıntılarından kaçmak için sürekli seyahat ediyorlar; sanki avlanmış gibiler, yüzlerinde korkudan örülü bir maske var.


Biriyle tanıştım, dünyayı üçüncü kez turluyordu. “Niye böyle yapıyorsunuz?” diye sordum. Şaşkın bir ifadeyle “Gezimi tamamlayacağım, başka ne yapayım?” dedi. Bir başka kadın, Afrika’da Ford arabasında gördüğüm, kendinden kaçıyordu. Gözleri korkuyla titreşiyordu. Bana itiraf etmek, hayatından vazgeçtiğini anlatmak istiyordu. Eskiden olduğu hâlini anımsıyordu sadece. Kaybettiği şeyi arıyordu. Gözündeki o hayat pırıltısının gittiğini gördüğünüzde, bedensel işleyişin bir yerde bozulduğunu anlarsınız.


Rüyadaki terzi kız (tailoress), “yeni giysiler” diken biridir; yani yeni tutumlar geliştiricisi. Yeni bir tutumun doğuşu uzun tarihsel bir arka plana sahiptir. Bir Zenci (Afrika) efsanesi anlatır: Zamanın birinde herkes ölümsüzmüş ve herkes derisini çıkarabiliyormuş. Bir gün topluca yıkanırken yaşlı bir kadın derisini kaybetmiş, ölmüş ve böylece ölümlülük dünyaya girmiş. Benzer şekilde, insanlar da “yılan gibi” eski derilerinden sıyrılmalıdır.


Katoliklerin “tastik” (konfirmasyon) töreninde genç kızlar beyaz elbiseler giyer. Afrika’da sünnet edilerek yetişkinliğe kabul törenine giren erkek çocukların, tüm bedenlerini kaplayan bambudan kulübeye benzer bir kostüm giydiklerini gördüm — bu, onların “yeni ruhsal derisi”ni, manevi giysisini simgeler. Polinezya’da ilkbahar yenilenmesi için maske takılır. Karnavalda “yeni yılın giysisini” giyeriz; yeniden doğmuş oluruz.


Bir analistin “terzi” diye anılması çok gurur verici bir iltifattır. Analist, “yeni bedenin, yeni derinin” yaratıcısı; yeni bir ölümsüzlüğün başlatıcısı olarak görülür. Hastanın, dışlanmış ya da reddedilmiş bilinçdışı duygularının içinde “yeniden doğuş” olasılığı vardır. Bu, “yeni tutumun” kaynağı oradadır. Yani “toplumdan dışlanan” o duygu (terzi kız), yeni bir derinin — bir ölümsüzlüğün — yaratıcısıdır. Kişi, o yeni duygu yolundan ilerlerse taze bir yaşam bulacaktır.


Ne kadar çok aynı şeyi yapıp durursanız, o şey ölüp tükenir. Kadınlar kırk yaşını geçtiklerinde erkeklik özelliklerini, erkekler ise kadınlık özelliklerini keşfetmeye başlar; çünkü orada yeni ve denenmemiş bir potansiyel vardır. Bir Kızılderili efsanesinde bir şefin Manitou ile karşılaştığı ve Manitou’nun ona “Kadınlarla oturacaksın, kadınlarla yiyeceksin, onlar gibi giyineceksin” dediği anlatılır — tuhaf bir psikolojik içgörü.


Mesela İspanya’da görülen, yaşlı kadınların güçlü siyah sakalları olur ve bunları gururla taşırlar. Kadınların sesi kalınlaşır bazen. Burada da (İsviçre kırsalı kastediliyor olabilir) çiftçiler arasında yaş ilerledikçe erkeğin gücü azalır, kadın işin başına geçer; küçük bir dükkân açıp geçimi sağlar. Erkek “kadına” dönüşür, kadın “erkeğe” dönüşür... Daha önce “hor görülen” ya da “ihmal edilen” şey, Kurtarıcı’nın (Saviour) doğacağı yerdir.


Dolayısıyla, adamın en zorlandığı şey olan “duygu”, yeni bir tutumun tohumu. Rüyada iki “dikiş makinesi” (iki yöntem) var: Biri kıza, diğeri karısına ait. Makine psikolojik bir faktördür; sonuçlar elde etmenizi sağlayan bir “zihinsel yöntem”dir. Makine = metot. Metotla, belirli ve düzenli bir yol izlersiniz.


Şimdi rüyanın derinlerine inebiliriz. Kız, “Benim kendi yöntemim var” der gibi. Adam ise ona “Karımın yöntemini kullan” diyor. Yeni yöntemi nasıl üreteceğiz? Dikiş dikmek, şeyleri birbirine tutturmaktır. Metot, ayrılmış olanı birleştirmeyi hedeflemeli. Yani adamın bilinciyle bilinçdışı arasındaki bölünmeyi. Analiz de bunu yapar: Bilinç ile bilinçdışını birbirine bağlayarak bütünleşmeyi (entegrasyon) sağlar.

(Carl Jung, Dream Analysis Seminar, s. 85-92)



Devam Bölümleri:



Carl Gustav Jung ve psikolojisini eğlendirerek öğreten ve dünyada tek olan bir roman serisi olduğunu biliyor muydunuz? Daha fazla öğrenmek için lütfen tıklayınız. 


Büyük Sır Üstadı serisi 4 kitap birarada

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating

Bu blog içeriği konusunda her türlü istek ve şikayetinizi aşağıdaki e-postaya yazabilirsiniz.

©2024 Bilinçdışı Yayınları A.Ş.

bottom of page