Jung’un Son Yılları
- Nazlı
- 29 Mar
- 7 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 4 Nis

Aniela Jaffé’nin Jung’s Last Years (Jung’un Son Yılları)
Ölümünden kısa bir süre önce, felç geçirmesinin konuşmasını neredeyse imkânsız hâle getirmesinden sonra, terasta oturmuştuk. O hâlde bile dünyada olup bitenleri, gelen mektupları, insanları, telefon aramalarını duymak istiyordu ve kısa yanıtlar vererek, düşüncelerine dair ipuçları vererek karşılık veriyordu. ~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 130
Jung patience (iskambil) oyunu oynamayı severdi. Bazen, acil bir durumda, kaderi biraz yönlendirmek adına kartları yer değiştirmekten hiç rahatsızlık duymazdı. O oyun mutlaka sonuca ulaşmalıydı, kahretsin! Bu şekilde açıkça hile yaptığını gören başkalarının dehşete düşmesi onu hiç rahatsız etmezdi, hatta bu durum oyundan aldığı keyfi artırıyor bile olabilirdi. ~s. 131
İngiliz polisiyelerini severdi, ama en sevdiği Simenon’du. ~s. 131
Jung için o dedektif figürü, simyadaki Mercurius’un modern bir versiyonuydu—tüm bilmeceleri çözen, kahramanca işler yapan figür. Onun kahramanlıklarından eğlenirdi. Aynı zamanda bilim kurgu okumaktan da keyif alırdı. ~s. 131
Jung’un "Balzac’a benziyor" dediği, gülen yüzlü bir hilebaz (trickster) başı vardı ve kollarını bir kısrağa doğru uzatmış çıplak bir kadın figürü—ona Pegasus adını vermişti. ~s. 133
Bir de bir topla oynayan ayı rölyefi ile bir yılan rölyefi vardı. Böylece bu taşlar adeta can bulmuştu. ~s. 135
Sonrasında basit ama leziz bir yemek gelirdi: Genellikle zenginleştirilmiş bir Knorr ya da Maggi paket çorbası, çeşit çeşit peynirler, tereyağı, ekmek ve meyveyle dolu bir tabak. Bir fincan kahve ve bazen bir likörle yemek sona ererdi. ~s. 135
“Jung’un bir şarap gurmesi olduğu iyi bilinir. Kokteyllerden ise nefret ederdi.” ~s. 135
Jung, Küsnacht’taki evinde, ruhunu dolduran büyük imgelerin arasında öldü. Ölüm düşüncesi onun onlarca yıldır tanıdığı bir şeydi; bu yüzden ölüm, onun için bir düşman gibi gelmedi—her ne kadar hayatın sonluluğunun verdiği acıya da aşinaysa da. ~s. 135
Ebedi doğanın manzarası bana acı verici bir şekilde zayıflığımı ve ölümlülüğümü hatırlatıyor ve conspectus mortis’te (ölüm manzarası karşısında) bir sükunet hayal etmekte hiç neşe bulamıyorum. Bir zamanlar rüyamda gördüğüm gibi, yaşama arzum kızıl bir şeytandır ve bazen ölümlülüğümün bilincini benim için cehennemî derecede zorlaştırır. En fazla, haksız bir kâhya gibi görünüşü kurtarabilirsin, ama onu bile her zaman değil; öyle ki efendim beni o kadarcık bir şey için bile övemezdi. Ama şeytan bunların hiçbirine aldırmaz; onun için önemli olan hayattır. Özünde ise çelik, taş üzerindedir.
~Carl Jung, Jung’un Son Yılları, s. 136
“Psikolojik durumların ilerleyişi hakkında kesin ya da betimleyici bir şeyler yazmak son derece zordur. Gerçek dönüm noktalarının, güçlü bir duygusal tonla belirlenen sembolik olaylar olduğunu bana hep öyle gelmiştir.”
~Carl Jung, s. 137
“O anda dışarıdan ve yukarıdan annemin sesini duydum. ‘Evet, bir bakın ona. İşte o, adam yiyen!’ diye haykırdı. Bu sözler korkumu daha da artırdı ve terler içinde, ölümüne korkmuş halde uyandım.”
~Carl Jung, s. 137
“Bana dayatılan ve bana hiçbir seçim özgürlüğü bırakmayan içsel bir yasaya itaat etmek zorundaydım... Yaratıcı bir insanın kendi hayatı üzerinde pek gücü yoktur. Özgür değildir. O, şeytanının esiridir ve onun tarafından sürüklenir... Bu özgürlük eksikliği benim için büyük bir hüzün kaynağı olmuştur.”
~Carl Jung, s. 141
“Birkaç hafta sonra okula geri döndüm ve bir daha asla bir nöbet geçirmedim. Bütün o numaralar tamamen bitmişti! İşte o zaman nevrozun ne olduğunu öğrendim.”
~Carl Jung, s. 143
“Şu anda mektup yazma lanetini yaşıyorum. Ancak nefret edilen görevlerin kabulüyle bir tür özgürlük hissi edinilebilir ki bu da yaratıcı bir ruh hâli doğurur. Sonuçta, yaratım çalınamaz.”
~Carl Jung, s. 143
“Sizi [Freud] ayırt eden yüksek düzeydeki güven ve sükunet henüz genel olarak bende mevcut değil... Sizin için sıradan olan sayısız şey, benim için hâlâ yepyeni deneyimlerdir; bunları sonradan yeniden yaşamak zorunda kalıyorum—ta ki beni paramparça edene kadar.”
~Carl Jung, s. 144
“Ve günbatımı yolundan gidenler, bunu açık gözlerle yapsınlar; zira bu, tanrıların bile çekindiği bir fedakârlıktır.”
~Carl Jung, s. 150
“Freud ile yollarım ayrıldıktan sonra benim için bir belirsizlik dönemi başladı. Buna bir yön kaybı hâli demek hiç abartı olmaz. Kendimi tamamen havada asılı kalmış gibi hissettim, çünkü henüz kendi ayaklarımın üzerinde duramıyordum.”
~Carl Jung, s. 150
“Sembollerinin Dönüşümü'nde başladığım mitlerin bilimsel çözümlemesine devam etmek istiyordum. Hâlâ hedefim buydu—ama bunu düşünmemem gerekiyordu! Bilinçdışının sürecinden geçmeye zorlanıyordum. Nereye götüreceğini bilmeden, kendimi akıntının sürüklemesine bırakmak zorundaydım.”
~Carl Jung, Jung’un Son Yılları, s. 153
“… Ona dönmekten ve o çocuğun hayatını, çocukça oyunlarını yeniden yaşamaktan başka çarem yoktu. Bu an kaderimde bir dönüm noktasıydı, ama bu kabullenişe sonsuz bir direnişten ve bir tür teslimiyet duygusuyla vardım. Çünkü çocukça oyunlar oynamaktan başka yapacak bir şey olmadığını fark etmek, acı verici derecede küçük düşürücü bir deneyimdi.”
~Carl Jung, s. 153
Birkaç yıl sonra bu rüya gerçek oldu: Jung, yaratıcılık ile ataleti arasında nevrotik bir çatışmaya düştü.
~Aniela Jaffé, s. 141
Jung on iki yaşındayken, “bu dünyada yaşama karşı ölümcül bir direnç” bir kez daha kendini gösterdi ve bir nevroza yol açtı.
~Aniela Jaffé, s. 142
Jung, az çok gerçek olan bayılma nöbetleri yaşadı ve yarım yıl ya da daha fazla bir süre okula gitmedi. “Vaktimi aylaklıkla, bir şeyler toplayarak, okuyarak ve oyun oynayarak harcadım. Ama bununla birlikte kendimi daha mutlu hissetmiyordum; sanki kendimden kaçıyormuşum gibi belirsiz bir his içindeydim.”
~Aniela Jaffé, s. 143
1902 tarihli doktora tezi “Sözde Okült Fenomenlerin Psikolojisi ve Patolojisi Üzerine”, nişanlısına adanmış ve başhekim Eugen Bleuler’in önerisiyle yazılmıştı; ve bu tez, Jung’un ilk yaratıcı döneminin habercisi oldu.
~Aniela Jaffé, s. 144
Jung’un bakış açısıyla Freud’unkinin gerçek ayrılığı, ilk kez anne-oğul ensesti temasıyla gün yüzüne çıktı. Jung bunu Sembollerinin Dönüşümü’nün “Kurban” başlıklı son bölümünde ele aldı.
~Aniela Jaffé, s. 148
“Freud’un başarısının gerçek bir değerlendirmesi, yalnızca Yahudilerle değil, Avrupalılarla genel olarak ilgili zihinsel alanlara da girer—ki ben bu alanları kendi çalışmalarımda aydınlatmaya çalıştım. Freud’un psikanalizi olmasaydı, hiçbir fikrim olmazdı.”
~Aniela Jaffé, s. 152
Jung, Erich Neumann’a şöyle yazmıştı: “Kötü kitaplar söz konusu olduğunda, onların sadece yazılmış olması yeterlidir. Ama iyi kitaplar, kendilerini gerçekleştirmek isterler ve insanın başkalarının yanıtlamasını yeğleyeceği sorular sormaya başlarlar.”
~Aniela Jaffé, s. 153
…Jung elbette ki bu uzun regresif dönem boyunca—yaklaşık altı yıl süren ve 1918’e kadar uzanan bu süreçte—bir süre inşa bloklarıyla oynamış olsa da, orta sınıfa ait sıradan bir yaşam sürdürmeye devam etti; büyük ve uluslararası bir hasta çevresine sahip bir psikiyatrist ve psikoterapist olarak çalıştı ve ailesi, onun iç dünyasına olan yoğun ilgisinden ötürü hiçbir zaman sıkıntı çekmedi.
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 154
Bu inşa oyunu yalnızca bir ön hazırlıktı, bir geçiş ritüeliydi. İçsel imgelerle bağlantılı duygular üzerinde yatıştırıcı bir etkisi vardı ve bir fantezi selini serbest bıraktı.
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 154
Ona huzur, içsel bir rahatlama ve bilimsel araştırmalar dünyasına dönme isteği veren şey, Septem Sermones’te ana hatlarıyla çizilmiş olan bireyleşme (individuation) kavramıydı; çünkü bireyleşme süreci, Jung’un önceki yıllarda mücadele ettiği karşıtların birleşimini mümkün kılmaktadır.
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 160
Jung, Wilhelm’in 1930’daki erken ölümünün etkisinden asla tam anlamıyla kurtulamadı.
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 162
Bu vizyonlar Jung’u tarif edilemez bir mutlulukla doldurdu: “Bu vizyonlar sırasında hissedilen güzellik ve duyguların yoğunluğunu hayal etmek imkânsız. Hayatımda yaşadığım en güçlü deneyimlerdi.”
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 163
Karl Kerényi’nin Faust II’deki Ege Festivali üzerine yazdığı kitap tarafından harekete geçirilen Jung, altmış altı yaşındayken Mysterium Coniunctionis üzerinde çalışmaya başladı; iki ciltlik bu eseri on altı yıl sonra tamamladı.
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 165
“Hayat çalışmam esasen, başkalarının görünüşte inanabildiği şeyleri anlamaya yönelik bir çabadır.”
~Carl Jung, Jung’un Son Yılları, s. 167
Jung’un annesi Emilie Jung (evlenmeden önceki soyadı Preiswerk, 1849–1923) benzer bir yeteneğe sahipti ve “doğaüstü” olgulara ilgi duyuyordu. Yaşadığı tüm önsezileri, “cinli” olayları ve başına gelen tuhaf hadiseleri not ettiği bir günlük bırakmıştır.
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 2
Her hafta belirli bir saatte, [Dr. Jung’un anne tarafından büyükbabası] vefat etmiş ilk eşiyle samimi sohbetler gerçekleştirirdi; bu da ikinci eşini epey rahatsız ederdi! Jung’un psikiyatrik teşhisi bunun “uyanık halüsinasyonları” olduğuydu; fakat aynı zamanda bu tanımı “sırf bir kelime” diye hafife alırdı.
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 2
Samuel’in ikinci eşi Augusta (evlenmeden önceki soyadı Faber, 1805–1862), Jung’un anneannesi, “ikinci görüş” (second sight) yeteneğine sahipti ve “ruhları” da görebiliyordu.
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 2
Oeri’nin belirttiği üzere, Jung kendini yalnızca “okült” literatür okumakla sınırlamamış, kendi deneylerine de başlamış ve 1899 ile 1900 yılları arasında düzenli olarak medyumluk (seans) çalışmaları organize etmiştir.
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 3
“Psychoid arketip,” arketipsel imgelerle ya da arketipsel içeriklerle karıştırılmamalıdır.
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 7
“Bir yandan eleştirel argümanlarımız her bir olguya [görünülere] şüpheyle yaklaşırken, diğer yandan ruhların var olmadığını kanıtlayabilecek tek bir argüman dahi yoktur. Bu bağlamda, dolayısıyla, ‘non liquet’ (karara varılamaz) sonucuyla yetinmek zorundayız.”
~Carl Jung, Jung’un Son Yılları, s. 9
1920’li yılların başında Jung, Kont Albert Schrenk-Notzing ve Profesör Eugen Bleuler ile birlikte, Avusturyalı medyum Rudi Schneider üzerinde Burghölzli’de bir dizi deney yürüttü.
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 10
Daha sonra Jung bana anlattı ki, deneylerin bir serisinde, medyum trans haline geçer geçmez, melek kesitleri ya da bira altlıkları gibi ışıldayan boya ile kaplanmış kağıt hamurundan nesneler havalanıp odanın içinde süzülerek uçmaya başlamıştı. Bu nesneler, medyumun ulaşamayacağı bir yere yerleştirilmişti.
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 10
Bir seansta, orada bulunan beş kişiden dördü, medyumun karnının üzerinde küçük bir ay gibi süzülen bir nesne gördü. Jung, yani beşinci kişi, onların defalarca tam olarak yerini göstermesine rağmen, böyle bir şeyi hiç görememişti. Jung, bu olaydan, bazı durumlarda —örneğin uçan daire gözlemlerinde olduğu gibi— kolektif vizyonların mümkün olabileceği sonucunu çıkardı.
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 11
“Eğer böyle şeyler meydana gelebiliyorsa,” diye yazmıştı Jung, “o zaman medyumların yakın çevresindeki kişilerin iyon kaynağı olarak işlev görebilmeleri de düşünülebilir—başka bir deyişle, bir bedenden diğerine canlı albümin moleküllerinin geçişi yoluyla beslenme gerçekleşebilir.”
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 12
İlerleyen yıllarda Jung, spiritüalist ya da okült fenomenlerle artık ilgilenmedi ve yaptığı parapsikolojik deneyleri bilimsel açıdan hiçbir zaman değerlendirmedi, ancak bunları hiçbir şekilde değersiz olarak da görmedi.
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 12
“Her şeyin mümkün, ama hiçbir şeyin inandırıcı görünmediği bu engin ve gölgeli alanda,” diye yazar Fanny Moser’in kitabına yazdığı önsözde, “bırakın orta derecede sağlam bir yargıya varmayı, insanın birçok garip olaya bizzat tanıklık etmiş, ayrıca çok sayıda hikâyeyi dinlemiş, okumuş ve mümkünse tanıklarını sorgulayarak test etmiş olması gerekir.”
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 13
İnsanlık en eski çağlardan bu yana ölüm ve ölümden sonraki yaşam düşüncesiyle meşgul olmuş, din, felsefe ve sanatta akıl yoluyla cevaplanamaz olana çeşitli yanıtlar aramıştır. Tüm bunları bir kenara atmak, psikolojik bakımdan değerlendirildiğinde, içgüdünün körelmesi ve kişinin ruhsal köklerini bile isteye hiçe saymasının bir belirtisidir—ve bunun bedeli de ağır ödenir.
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 13
Ancak böceklerin, insandaki beyin-omurilik sistemine karşılık gelen bir yapıları yoktur; yalnızca, insandaki sempatik sinir sistemine karşılık gelen çift zincirli bir gangliyon sistemine sahiptirler. Jung, bu durumdan şu sonuca varır: gangliyon sistemi, beyin-omurilik sistemi kadar kolay bir şekilde düşünce ve algılar üretebilmektedir.
~Aniela Jaffé, Jung’un Son Yılları, s. 15.
Carl Gustav Jung ve psikolojisini eğlendirerek öğreten ve dünyada tek olan bir roman serisi olduğunu biliyor muydunuz? Daha fazla öğrenmek için lütfen tıklayınız.


Yorumlar