İnsan ve Sembolleri
- Nazlı
- 20 Şub
- 17 dakikada okunur
Mitler-Rüyalar-Semboller: Rüyanın Bilinçdışı Dünyası – Alıntılar

Bölüm 1. Bilinçdışına Yaklaşım – Carl G. Jung
İnsan, iletmek istediği anlamı ifade etmek için sözlü ya da yazılı kelimeleri kullanır. Dili sembollerle doludur…
“Sembol” dediğimiz şey, günlük hayatta tanıdık gelebilecek bir terim, isim veya hatta resimdir; ancak, bu sembol, geleneksel ve bariz anlamının ötesinde belirli çağrışımlara da sahiptir.
… Eski kiliselerdeki kartallar, aslanlar ve öküzler… semboller… Hezekiel’in vizyonundan türetilmiş olup, Mısır güneş tanrısı Horus ve onun dört oğlu ile benzerlik gösterdiği ifade edilir. (Sayfa 3)
“Zihinsel sınırlamalarımızla bir şeye ‘ilahi’ dediğimizde, ona yalnızca bir isim vermiş oluruz; bu isim bir inanca dayanabilir, fakat asla somut kanıtlara dayalı değildir.” (Sayfa 4)
“… tanımlayamadığımız ya da tam olarak kavrayamadığımız kavramları temsil etmek için sürekli sembolik terimler kullanırız. Bu, tüm dinlerin sembolik dil ya da görüntüler kullanmasının nedenlerinden biridir.” (Sayfa 4)
“İnsan… hiçbir şeyi tam anlamıyla algılayamaz ya da tamamen kavrayamaz. Görebilir, duyabilir, dokunabilir ve tat alabilir; fakat ne kadar görebildiği, ne kadar iyi duyduğu, dokunuşunun ona ne anlattığı ve tadının ne olduğu, duyularının sayısına ve kalitesine bağlıdır. Bunlar çevresindeki dünyayı algılamasını sınırlar.” (Sayfa 4)
“İnsan, bilinç düzeyini yavaş ve zahmetli bir süreçte geliştirmiştir; uygarlığa ulaşması, yaklaşık M.Ö. 4000’den itibaren (yazının icadıyla keyfi olarak tarihlendirilir) anlatılamayacak kadar uzun zaman almıştır. Bu evrim henüz tamamlanmamıştır, çünkü insan zihninin geniş alanları hâlâ karanlıkla örtülüdür.” (Sayfa 6)
“Bilinçdışının varlığını reddeden, aslında ruh (psike) hakkındaki mevcut bilgimizin tam olduğunu varsayar.” (Sayfa 6)
“Bilinç, doğanın çok yeni bir kazanımıdır ve hâlâ ‘deneysel’ bir durumdadır. Kırılgandır… ve kolayca zarar görebilir.” (Sayfa 6)
“Biz… parçalanabilir ve kimliğimizi kaybedebiliriz. Ruh halleri tarafından esir edilebilir ya da mantıksız hale gelebiliriz; öyle ki, insanlar ‘Kime ne oldu sana?’ diye sorar. ‘Kontrol’ hakkında konuşuruz, fakat özdenetim nadir ve dikkate değer bir erdemdir.” (Sayfa 8)
“Zihnin bir bölümünü izole edebilme kapasitesi, gerçekten değerli bir özelliktir.” (Sayfa 8)
“Freud ve Josef Breuer, nevrotik semptomların aslında sembolik anlam taşıdığını fark etmişlerdir. Bunlar, bilinçdışının kendini ifade etme yollarından biridir.” (Sayfa 9)
“Bilinçli zihnin anlattığı bir hikayenin başlangıcı, gelişimi ve sonu vardır; ancak bir rüya için durum böyle değildir.” (Sayfa 12)
“Rüyayı yorumlarken, açıkça ve görünür biçimde rüyanın parçası olan tek materyalin kullanılması gerekir. Rüyanın kendi sınırlamaları vardır… ‘Her insanın içinde bir kadın taşır’ denilmiştir. Bu dişil yön, esasen çevresine karşı belirli bir aşağılık ilişkiselliği ifade eder; hem başkalarından hem de kendinden dikkatle saklanır.” (Sayfa 17)
“Bilinç, doğası gereği bilinçdışı ve bilinmeyen her şeye karşı direnç gösterir.” (Sayfa 17)
“… Uygarlık insanı, yeni fikirlerle karşılaştığında, kendini o yeniliğin yarattığı şoktan korumak için psikolojik engeller kurar.” (Sayfa 17)
“Bilinçten bir şey sıyrıldığında, varlığını yitirmez; sadece görüş alanımızın dışında kalır. Böylece, bilinçdışının bir kısmı, kaybolmalarına rağmen, bilinçli zihinlerimizi etkilemeye devam eden geçici olarak gizlenmiş çok sayıda düşünce, izlenim ve imgeden oluşur.” (Sayfa 18)
“Bir nevrotik kişiyi gözlemlerseniz, onun bilinçli ve amaçlı yaptığını düşündüğünüz birçok eylemi gerçekleştirdiğini görürsünüz. Ancak ondan bu eylemler hakkında sorarsanız, ya farkında olmadığını ya da aklında tamamen farklı bir şey olduğunu anlarsınız.” (Sayfa 19)
“Pek çok hekim, histerik hastaların ifadelerini tamamen yalan olarak reddeder. Böyle kişiler kesinlikle çoğumuzdan daha fazla yalan söylerler; ancak ‘yalan’ kelimesi tam anlamıyla uygun değildir.” (Sayfa 19)
“Unutma… dikkat dağıldığında, bazı bilinçli fikirler belirli enerjilerini yitirir. Bu, normal bir süreçtir.” (Sayfa 20)
“Bilinç, aynı anda sadece birkaç imgeyi tam netlikle tutabilir; bu netlik bile dalgalanır. Ancak bilinçdışı, bu imgelere kayıttır ve bilinçaltı duyusal algılar günlük hayatımızda önemli rol oynar. Farkında olmadan, olaylara ve insanlara verdiğimiz tepkileri etkilerler.” (Sayfa 20)
“Normal unutmanın yanı sıra, hoş olmayan anıların ‘unutulması’ – insanın kolayca kaybetmeye hazır olduğu anılar – de vardır. Nietzsche’nin de belirttiği gibi, gurur yeterince ısrarcıysa hafıza geri çekilmeyi tercih eder. Böylece, kaybolan anılar arasında, hoş olmayan ve uyumsuz doğaları nedeniyle bilinçaltı durumda kalanlar bulunur. Psikolog buna ‘bastırılmış içerikler’ der.” (Sayfa 22)
“Birçok insan, iradenin rolünü abartır ve akıllarına, kendi kararıyla gerçekleşmeyen hiçbir şeyin olamayacağını düşünür.” (Sayfa 22)
“Zihnin kasıtlı ile kasıtsız içerikleri arasında ayrım yapmayı öğrenmek gerekir. Kasıtlı olanlar ego kişiliğinden türetilirken; kasıtsız olanlar, ego ile özdeş olmayan, onun ‘öteki yüzü’ olan bir kaynaktan ortaya çıkar.” (Sayfa 22)
“Günlük yaşamda, bazı ikilemler en şaşırtıcı yeni önerilerle çözüldüğünde, birçok sanatçı, filozof ve hatta bilim insanı en iyi fikirlerinin bir kısmını bilinçdışından gelen ilhamlara borçludur.” (Sayfa 25)
“Böyle zengin bir materyale ulaşma ve bunu etkili biçimde çevirme yeteneğine yaygın olarak deha denir.” (Sayfa 25)
“Bilim tarihinin kendisinde bu gerçeğe dair açık bir kanıt bulabiliriz. Fransız filozof Descartes’ın sözde ‘mistik’ deneyimi, aniden tüm bilimlerin düzenini görmesini sağlayan ani bir vahiy içeriyordu. İngiliz yazar Robert Louis Stevenson, ‘insanın çift doğasına dair güçlü hissi’ne uyacak bir hikaye ararken, Dr. Jekyll ve Mr. Hyde’in konusunu rüyasında aniden gördü.” (Sayfa 25)
“İnsan ruhunun böyle yeni materyaller üretebilme kapasitesinin, özellikle rüya sembolizmiyle uğraşırken, ne kadar önemli olduğunu vurgulamak istiyorum.” (Sayfa 26)
“Rüyaları anlamak zordur… Bir rüya, bilinçli zihnin anlattığı hikayelerden oldukça farklıdır.” (Sayfa 27)
“İlkel insan, kendini ‘kontrol etmeyi’ öğrenmiş modern ‘akılcı’ soyundan gelenlerden çok daha fazla içgüdülerine göre yönetiliyordu.” (Sayfa 36)
“Neyse ki, bu temel içgüdüsel katmanları kaybetmedik; onlar yalnızca rüya imgeleri şeklinde kendini ifade etseler de, bilinçdışının bir parçası olmaya devam eder.” (Sayfa 36–37)
“Zihinsel istikrar ve hatta fizyolojik sağlık için, bilinçdışı ve bilinç, birbirine bütünsel olarak bağlı olup paralel hareket etmelidir. Eğer ayrılır ya da ‘parçalanırsa’, psikolojik rahatsızlık ortaya çıkar.” (Sayfa 37)
“Hazır sistematik rüya yorumlama rehberlerine inanmanın tamamen aptallık olduğu açıktır. Hiçbir rüya sembolü, rüyayı gören bireyden ayrılamaz ve hiçbir rüyanın kesin ya da basit bir yorumu yoktur.” (Sayfa 38)
“Birey tek gerçekliktir. Bireyden Homo Sapiens gibi soyut kavramlara ne kadar uzaklaşırsak, hata yapma olasılığımız o kadar artar.” (Sayfa 45)
“Psikoloji, kaçınılmaz olarak iki birey arasındaki canlı ilişkilerle yüzleşir. Analist ile hastası, başlangıçta seçtikleri bir problemi kişisel olmayan ve nesnel olarak ele almayı kararlaştırabilir; ancak tartışmaya girdiklerinde tüm kişilikleri devreye girer. İlerleme ancak karşılıklı anlaşma sağlanırsa mümkün olur.” (Sayfa 45)
“Evrensel kahraman miti, ejderhalar, yılanlar, canavarlar, şeytanlar gibi biçimlerde kötülüğü yenen güçlü bir adam ya da tanrı-adama işaret eder; halkını yıkım ve ölümden kurtarır. Kutsal metinlerin ve törenlerin anlatılması ya da ritüel tekrarı, dans, müzik, ilahi, dua ve kurbanlar eşliğinde böyle bir figürün tapılması, izleyiciyi mistik duygularla sarar ve bireyi kahraman ile özdeşleştirir.” (Sayfa 68)
Bölüm 2: Eski Mitler ve Modern İnsan
Joseph L. Henderson
Ebedi Semboller
İnsanın antik tarihi, bugün antik insanın geride bıraktığı sembolik imgeler ve mitler aracılığıyla anlamlı biçimde yeniden keşfedilmektedir. … Değer verdiğimiz şey, zamanın olayları değil; eski inançları anlatan heykeller, tasarımlar, tapınaklar ve dillerdir. Bu eserler, yüzyıllardır, uygarlığın kenarlarında, küçük kabile toplumlarının ritüellerinde ya da mitlerinde aynı kalıpların bulunabildiğini gösterir. (Sayfa 97)
Londra ya da New York’ta, eğer biri bir vizyon gördüğünü iddia ederse, zihinsel olarak rahatsız olduğu varsayılır. Antik Yunan mitlerini ya da Amerikan Kızılderililerine ait halk hikayelerini okuruz, ancak aralarındaki bağlantıyı fark edemeyiz. (Sayfa 97)
Fakat bağlantılar mevcuttur. Onları temsil eden semboller, insanlık açısından güncelliklerini yitirmemiştir. (Sayfa 97)
Bunu bilinçli olarak göz ardı edebiliriz; fakat bilinçdışı düzeyde onlara tepki veririz. (Sayfa 98)
Bu semboller o kadar antik ve modern insan için yabancadır ki, doğrudan kavrayıp özümsemeleri mümkün değildir. (Sayfa 98)
Örneğin, Hristiyan toplumunda büyümüş herkes için çarpıcı bir örnek şudur: Noel’de yarı ilahi bir çocuğun mitolojik doğumuna dair içsel duygumuzu ifade edebiliriz… Yeniden doğuşun sembolizmi. Bu, kuzey yarımküreden solan kış manzarasının yenilenmesi umudunu taşıyan son derece eski bir gündönümü festivalinin kalıntısıdır. Tüm inceliklerimize rağmen, bu sembolik festivalde, Paskalya yumurtaları ve Paskalya tavşanları gibi hoş ritüellere katılarak tatmin buluruz. (Sayfa 99)
Ancak, yaptığımız şeyi gerçekten anlıyor muyuz? Mesela, Mesih’in doğum, ölümü ve dirilişi hikayesi ile Paskalya’nın halk sembolizmi arasındaki bağlantıyı görebiliyor muyuz? (Sayfa 99)
Mesih’in çarmıha gerilişi, ilk bakışta, Osiris, Tammuz, Orfeus ve Balder gibi diğer “kurtarıcılar”ın ritüellerinde rastlanan verimlilik sembolizmi kalıbına ait gibi görünür. Onlar da ilahi ya da yarı ilahi doğmuş, gelişmiş, öldürülmüş ve yeniden doğmuşlardır. Aslında, tanrı-kralların ölüm ve yeniden doğuşunun ebedi olarak tekrarlanan miti, döngüsel dinlere aittir. (Sayfa 99)
Fakat Paskalya Pazar’ında Mesih’in dirilişi, ritüel açısından döngüsel dinlerin sembolizmine göre çok daha tatmin edici değildir. Onun dirilişi “bir kere ve tamamen” gerçekleşir. (Sayfa 99)
İşte, Hristiyan diriliş kavramının nihai olma durumu, Hristiyanlığı diğer tanrı-krallık mitlerinden ayıran unsurdur. Bu olay tek seferlik yaşanmıştır… Bu sonluluk hissi, muhtemelen erken Hristiyanların, Hristiyanlığın daha eski bir verimlilik ritüelinin bazı unsurlarıyla desteklenmesi gerektiğini hissetmelerinin de nedenlerinden biridir. Onlar, Paskalya’daki yumurta ve tavşanla sembolize edilen, tekrarlayan yeniden doğuş vaadini arıyorlardı. (Sayfa 100)
Bazı semboller çocukluk ve ergenliğe geçişle, bazıları olgunlukla, bazıları ise insanın kaçınılmaz ölümü için hazırlandığı yaşlılık deneyimiyle ilgilidir. (Sayfa 100)
Kahraman ve Kahraman Yaratıcıları
Kahraman miti, dünya üzerindeki en yaygın ve en bilinen miti temsil eder; klasik mitoloji, Yunan ve Roma, Orta Çağ, Uzak Doğu ve çağdaş ilkel kabilelerde ortaya çıkar. Aynı zamanda rüyalarda da belirgin, dramatik ve derin bir öneme sahiptir. (Sayfa 101)
Yapısal olarak çok benzer, evrensel bir kalıp olarak; mucizevi, alçakgönüllü bir doğum, süper insani gücün erken kanıtı, hızlı yükseliş, kötülük güçleriyle mücadelede zafer, kibir (hybris) günahına karşı zaaf ve ihanet ya da “kahramanca” fedakarlık sonucunda ölüm… gibi öykülerden oluşur. (Sayfa 101)
Bir diğer önemli özellik ise, başlangıçtaki zayıflığın, onun kendi başına üstesinden gelemeyeceği süper insani görevleri yerine getirmesini sağlayan güçlü “koruyucu” figürlerle dengelenmesidir. Örneğin, Theseus’un Poseidon’u, Perseus’un Athena’yı, Achilles’in ise akıl hocası Cheiron’u vardı. (Sayfa 101)
Bu tanrıvari figürler, bütün psikanın – kişisel egonun eksik olduğu o daha geniş ve kapsamlı kimliğin – temsilcileridir. (Sayfa 101)
Birey ilk sınavını aştıktan ve olgunluk dönemine girebildikten sonra, kahraman miti önemini yitirir. Kahramanın sembolik ölümü, adeta o olgunluğa erişimin bir başarısı haline gelir. (Sayfa 103)
Kahramanın imgesi, insan kişiliğinin evriminin her aşamasını yansıtan bir biçimde gelişir. (Sayfa 103)
Örneğin, Kuzey Amerika’nın belirsiz Winnebago Kızılderili kabilesine ait, daha kolay kavranabilen dört aşamalı bir yapı vardır:
Trickster (Yaramaz): Hayatın en erken ve en az gelişmiş dönemini; fiziksel iştahların egemen olduğu, bebeğe özgü zihniyetle, temel ihtiyaçların tatmin edildiği, acımasız, alaycı ve duygusuz bir dönemi temsil eder.
Hare (Tavşan): Henüz olgun insan boyutuna ulaşamamış, insan kültürünün kurucusu, dönüşüm yaratıcısı olarak ortaya çıkar. Bu mit o kadar güçlüdür ki, Peyote Ayini üyeleri, Hristiyanlığın kabileye sızmaya başlamasıyla Tavşan’ı bırakmakta isteksiz davranmış; o, Mesih figürüyle bütünleşmiştir.
Red Horn (Kızıl Boynuz): Belirsiz bir şahsiyet; yarışı kazanır, savaşta kendini kanıtlar, devleri yener ve zayıflığı telafi eden güçlü bir yoldaşa sahiptir. Böylece insan dünyasına ulaşılır; kötülük güçlerine karşı zafer sağlamak için süper insani güçlerin ya da koruyucu tanrıların yardımına ihtiyaç duyulur. (Sayfa 106)
Bu temel tema, insan ne kadar uzun süre kendi kibirine ya da tanrıların kıskançlığına yenik düşmeden başarılı olabilir? (Sayfa 106)
İkizler: Güneş’in oğulları; başlangıçta annenin rahminde birleşik olan, doğumda ayrılmaya zorlanan fakat bir bütün olarak kalmaları gereken varlıklardır. Bu iki çocukta, insan doğasının “et” (yumuşak, inisiyatif sahibi olmayan) ve “küt” (dinamik ve isyankar) yanları gözlemlenir. (Sayfa 106)
Uzun süre boyunca yenilmez gibi görünseler de, sonunda kendi güçlerinin aşırı kullanımı sonucu rahatsız olurlar; ardından davranışları intikamı getirir… hak ettikleri ceza ölüm olur. (Sayfa 106)
Kahramanın fedakarlığı ya da ölümü, aşırı yükselen kibirin (hybris) gerektirdiği zorunlu bir tedavi olarak görülür. (Sayfa 107)
Avrupa mitolojisinde, ritüel kurban temasının özellikle kibir cezası olarak kullanıldığı görülür. (Sayfa 107)
Her durumda, insan gelişiminin bir sonraki aşaması, çocukluğun sorumsuzluğunun yerini toplumsallaşmaya bırakmasıyla; acı verici disipline boyun eğilmesini gerektirir. (Sayfa 110)
Gölge Kavramı
“Gölge” kavramı… Dr. Jung, bireyin bilinçli zihninin yansıttığı gölgenin, kişiliğin saklı, bastırılmış ve olumsuz yönlerini içerdiğini belirtmiştir. Fakat bu karanlık, bilinçli egonun basit tersi değildir. Tıpkı egonun olumsuz ve yıkıcı tutumlar barındırması gibi, gölgede de iyi nitelikler bulunur. (Sayfa 110)
Yine de ego, gelişmekte olan bilinçte gölge ile çatışma içindedir; yükselen ego, bilinçdışı zihnin ataletsizliğini aşar ve bireyi, annesi tarafından yönetilen bebeklik durumuna geri dönme arzusundan kurtararak olgun insan haline eriştirir. (Sayfa 111)
Kahraman ile ejderha arasındaki mücadele, egonun gerileyici eğilimler üzerindeki zaferinin daha net bir şekilde ortaya konulmasını sağlar. Çoğu insan için kişiliğin karanlık yanları bilinçdışında kalır. Kahraman, gölgenin var olduğunu fark etmeli ve ondan güç alabileceğini anlamalıdır. Yıkıcı güçleriyle yüzleşmeden ejderhayı yenemez. Yani, egonun zaferi öncesinde, gölgeyi benimseyip özümsemesi gerekir. (Sayfa 112)
Gençliğin idealizmi, insanı aşırı kendine güvene sürükler; insan egosu tanrıvari özellikler yaşamaya yönelebilir, ancak bu yalnızca kendi sınırlarını aşmak ve felakete düşmek pahasına olur. (Örneğin; Ikarus… insan eliyle yapılmış narin kanatlarla göğe yükselir, fakat güneşe çok yaklaşır ve mahvolur.) Yine de genç egonun bu riski göze alması gerekir; çünkü genç bir adam, güvenli bir şekilde ulaşabileceğinden daha yüksek bir hedef için çaba göstermiyorsa, ergenlikle olgunluk arasındaki engelleri aşamaz. (Sayfa 113)
Ritüelin hüzünlü bir yanı vardır… aynı zamanda bir nevi sevinçtir… ölümün yeni bir yaşama yol açtığının kabulü; bu, ölüm yoluyla yeniden doğuşun dramatik öyküsüdür. (Sayfa 113)
Genel olarak, kahraman sembollerine duyulan ihtiyaç, ego güçlendikçe ortaya çıkar. (Sayfa 114)
Kurtuluş, anima figürünün, anne imgesinin yutan yönünden kurtuluşunu sembolize eder. Ancak bu gerçekleşmeden, bir adamın kadınlarla ilk gerçek ilişki kapasitesine ulaşması mümkün değildir. Böylece, anne-oğul ilişkisinden bağımsızlaşarak, kadınlarla – ve aslında tüm yetişkin toplumla – daha olgun ilişkiler kurmak mümkün hale gelir. Kahraman-ejderha mücadelesi, “büyüme” sürecinin sembolik ifadesidir. (Sayfa 118)
Bu önemli nokta, 50’lerine yaklaşan bir adamda açıkça görülür. Hayatı boyunca dönem dönem başarısızlık korkusuyla ilişkili anksiyete atakları yaşamış (önceleri şüpheci bir anne tarafından aşılanmış) olmasına rağmen, somut başarıları ortalamanın oldukça üzerindedir. Sık sık öz şüphe gölgesinin tehdidi altına girmiş; artık gölgeyle savaşmaya gerek kalmadan onu kabul etmiş ve üstünlük mücadelesine girmeyi bırakmıştır. Böyle bir sonuca varmak, gerçekten olgun bir tutuma işaret eder. (Sayfa 119)
Bu değişim, inisiyasyon biçiminde ifade edilen bir geçiş dönemini gerektirir. (Sayfa 119)
İnisiyasyon Arketipi
Her insan başlangıçta, “Benlik” denilen, psikanın bütünlüğünden kaynaklanan bir tamlık hissine sahiptir. Bireyselleşmiş ego-bilinci, birey büyüdükçe ortaya çıkar. (Sayfa 120)
Bireysel egonun, bebeklikten çocukluğa geçiş sürecinde ortaya çıktığı bir dizi olaya bağlı olarak geliştiği söylenir. Bu ayrım, orijinal bütünlük duygusuna ağır zarar vermeden asla kesinleşemez. (Sayfa 120)
Görünüşe göre, kahraman miti, psikanın farklılaşmasının ilk aşamasıdır. Bir dereceye kadar özerklik kazanılmadıkça, birey kendisini yetişkin ortamına ilişkilendiremez. Fakat kahraman miti, bu kurtuluşu kesinleştirmez; bireyin yaşamında anlamlı bir şekilde bu bilinci koruyup geliştirmesi, verimli bir hayat sürebilmesi ve toplum içinde kendine özgü bir farkındalık elde edebilmesi sorunu hâlâ devam eder. (Sayfa 120)
Antik tarih ve çağdaş ilkel toplumların ritüelleri, bize inisiyasyonla ilgili mitler ve törenler hakkında zengin materyaller sunmuştur. Genç erkekler ve kadınlar, ebeveynlerinden uzaklaştırılarak kabile ya da aşiret üyesi yapılırlar. (Sayfa 120)
Bu problemi en etkili çözen, sembolik ölümü zorlayıp ardından yeni doğuş ritüeliyle törensel olarak kurtarılmayı sağlayan inisiyasyon törenidir; bu, egonun daha büyük grup ile gerçek anlamda bütünleşmesidir. (Sayfa 123)
Ritüel, ölüm ve yeniden doğuşun bu törensel gerekliliğini ısrarla vurgular; yaşamın bir aşamadan diğerine geçişinin törenini sağlar. (Sayfa 123)
Yalnızca gençlikle sınırlı kalmayıp, bireyin hayatının her yeni gelişim aşaması, Benlik ile ego arasındaki orijinal çatışmanın tekrarıyla birlikte gelir. Hatta bu çatışma, genellikle erken olgunluktan orta yaşa (bizim toplumda 35–40 arası) kadar diğer her zamandan daha güçlü bir şekilde ifade edilebilir. (Sayfa 123)
Bu kritik dönemlerde, inisiyasyon güçlü bir biçimde devreye girerek, manevi olarak daha tatmin edici bir geçiş sunar. (Sayfa 123)
Kahraman miti ile inisiyasyon töreni arasında çarpıcı bir fark vardır. Kahraman, hedefe ulaşmada tüm gücünü tüketirken, inisiyasyona hazırlanan acemi, isteyerek hırsını ve tüm arzularını bırakıp bu sınavı kabullenmeye çağrılır. Başarı umudu olmadan bu denemeyi yaşamaya hazır olmalıdır; hatta ölümü göze alacak kadar hazır olmalıdır. Amaç her zaman aynıdır: ölümün sembolik havasını yaratıp, ondan yeniden doğuşun sembolik havasının filizlenmesine zemin hazırlamaktır. (Sayfa 124)
İnisiyasyon ile kahramanın arasındaki fark şöyle özetlenebilir: Dağa tırmanmak, güç denemesi, ulaşma iradesi ya da suna yakın bir sahne; burada görev, kendisinden daha büyük bir güce boyun eğmektir. Kişi, sanki ölmüş gibi kendini görmelidir; ancak ancak bu teslimiyet eylemiyle yeniden doğuşu deneyimleyebilir. (Sayfa 125)
Bir erkeğin fedakarlığı, kutsal bağımsızlığının teslimi demektir; o, kadınla daha bilinçli ilişki kurmaya başlar. (Sayfa 126)
İnsanın bilgisi (logos) ile kadınların ilişkiselliği (Eros) buluşur ve bu birlik, kutsal evliliğin sembolik ritüeli olarak temsil edilir; bu, antik gizem dinlerinden bu yana inisiyasyonun kalbidir. Fakat modern insanların bunu kavraması son derece zordur ve çoğu zaman hayatlarında özel bir krizin etkisiyle ancak anlaşılır hale gelir. (Sayfa 126)
Bir adam, yaşamına yönelik tutumunu değiştirmeye hazır olduğunda – uzun zamandır ben merkezli olup, kişisel bağımsızlığın yanılsamalı güvenliğini arayarak, içten çocukluk korkularının egemenliğinde yaşamışken – ergenlikten olgunluğa geçişte, münhasır özerkliğinden vazgeçip ortak bir yaşamı kabullenmesi gerekir. Bu, aslında kadınların inisiyasyon törenine benzer; bir adam, ancak kahraman gibi fetheden biri olarak değil, tam tersine yenilenen bir varlık olarak, evlilik temasının evrenselliğini kavradığında, kendisini tamamen farklı hisseder. (Sayfa 128)
Güzel ve Canavar
Kızlar, kahraman mitlerine dahil olurlar çünkü onlar da sağlam bir ego kimliği geliştirmeli ve eğitim almalıdırlar. (Sayfa 129)
Bir kadının kendini iyi hissetmesi için, yaşam süreci bir uyanış süreciyle en iyi şekilde gerçekleştirilir. (Sayfa 130)
Bu evrensel miti, “Güzel ve Canavar” öyküsünde buluruz.
Güzellik, duygusal bir bağ kurmuş, babasıyla olan ilişkisi ruhani doğası nedeniyle o kadar da bağlayıcı olmayan her genç kız ya da kadındır. Onun iyiliği, önce babasını, sonra da kendisini, yalnızca iyiliği değil, aynı zamanda zalimliği ve şefkati bir arada ifade eden bir ilkenin gücü altına alır. Sanki, kendisini yalnızca aşırı erdemli ve gerçek dışı bir tutumla sınırlayan bir aşktan kurtarılmak istiyormuş gibi. (Sayfa 131)
Kendisiyle olan bu duygusal bağı güçlendirdikçe, hayvan (ve dolayısıyla kusurlu) fakat gerçekten erotik formda gizlenmiş insan aşkının gücünü fark eder; bu, onun gerçek ilişkiselliğinin uyanışını temsil eder. Böylece, bastırılmış ensest korkusu nedeniyle engellenen orijinal arzusunun erotik bileşenini kabul edebilme yeteneğine ulaşır. (Sayfa 131)
Babasından ayrılabilmesi için, sanki ensest korkusunu kabul etmek, onun varlığını hayal gücünde yaşamaya izin vermek ve ancak hayvan adamı tanıyıp ona gerçek cevabını keşfetmesi gerekiyordu. (Sayfa 131)
Böylece, bastırılmış güçlerden kendisini ve erkek imajını kurtarır; aşkına, ruh ve doğayı en iyi anlamıyla birleştiren bir şeye güvenme kapasitesini bilinç düzeyine getirir. (Sayfa 131)
Orfeus ve İnsan Oğlu
Orfeus muhtemelen gerçek bir adamdı; şarkıcı, peygamber ve öğretmendi. Şehit edildi ve mezarı bir tür kutsal yer haline geldi. Bu yüzden erken Hristiyan kilisesi, Orfeus’ta Mesih’in prototipini görmüştür. Her iki din de gelecekte ilahi bir yaşamın vaadini getirmiştir. (Sayfa 135)
Orfeus’un dini ile Mesih’in dini arasındaki önemli farklardan biri şudur: Orfeus’un dini, mistik bir biçime süzüldüğü halde, tarım sanatına dayanan bir dinin en anlamlı niteliğini – doğum, büyüme, doluluk ve çürümenin sonsuz döngüsünü – korurken; (Sayfa 135)
Hristiyanlık, gizemleri dağıttı. Mesih, ataerkil, göçebe, çoban dinin ürünü ve reformcusu olarak ortaya çıktı; peygamberleri, Mesih’i mutlak ilahi kökenli bir varlık olarak temsil ettiler. (Sayfa 135)
Erken Hristiyanlığın ascetikliği uzun sürmedi. Döngüsel gizemlerin hatırası, takipçilerini o kadar etkiledi ki, kilise sonunda pagan geçmişine ait pek çok uygulamayı ritüellerine dahil etmek zorunda kaldı. (Sayfa 139)
Fakat her iki unsur da bir şekilde Orfeus figüründe kaynaşır; Orfeus, Dionysos’u hatırlar ancak Mesih’e doğru bakar. (Sayfa 139)
Aşkınlık Sembolleri
İnisiyasyonun temel amacı, genç doğanın orijinal yaramaz (Trickster) benzeri vahşetini evcilleştirmektir. Bu yüzden, ritüelin bir medenileştirici ya da ruhanileştirici amacı vardır; gerekli ritüellerin şiddetine rağmen bu süreç harekete geçer. (Sayfa 146)
Bir diğer sembolizm türü de, geçiş dönemleriyle bağlantılıdır; bu, bireyin varoluşunun kısıtlayıcı kalıplarından kurtulmasını ve daha üstün ya da olgun bir aşamaya doğru ilerlemesini konu alır. (Sayfa 146)
Bir çocuk, ego-bilincinin ilk ortaya çıkmasından önce bir bütünlük duygusuna sahiptir; fakat bir yetişkin için, tamlık, bilincin zihnin bilinçdışı içerikleriyle birleşmesiyle sağlanır. Bu birleşmeden, birey en yüksek hedefine ulaşabilir: bireysel Benliğinin potansiyelini tamamen gerçekleştirmek. (Sayfa 146)
Aşkınlık sembolleri, bilinçdışı içeriklerin bilinç düzeyine girmesinin yollarını sunar. (Sayfa 147)
Yine “Trickster” temasını görüyoruz; artık yasalara karşı gelen, kanunsuz bir kahraman olarak değil, şaman, şifacı olarak ortaya çıkar. Bu figür, ilkel inisiyasyon ustası olarak, sihirli uygulamaları ve sezgisel uçuşlarıyla kendini kanıtlar. (Sayfa 147)
Böyle güçlere dair kanıtlar, Paleolitik dönemden beri mevcuttur. (Sayfa 147)
Bu tür inisiyatif faaliyetlerinin en üst düzeyinde, Hindu ustası yogiler bulunur. Trans halinde, normal düşünce kategorilerinin çok ötesine geçerler. (Sayfa 147)
Yalnız yolculuk teması, inisiyasyonun ruhani bir hac yolculuğu gibi olup, girişimcinin ölüm doğasını tanıması şeklinde yorumlanır. Fakat bu, son yargı ya da güç denemesi olarak değil; kurtuluş, vazgeçiş ve kefaret yolculuğu olarak, bir şefkat ruhu tarafından yönlendirilen ve desteklenen bir süreçtir. (Sayfa 150)
Hayatın ilk bölümünde, bu durum, bireyin yalnız yaşama kesin adımlar atmayı öğrenmesi gereken inisiyasyon anı olarak deneyimlenebilir. (Sayfa 150)
Daha sonraki bir dönemde, tüm bağları koparmaya gerek kalmadan bile, tüm özgür insanları yeni bir keşfe zorlayan ya da hayatlarını yeni bir biçimde yaşamaya iten o ilahi memnuniyetsizlik ruhuyla doldurulabilir. Bu değişim, özellikle orta yaş ile yaşlılık arasında son derece önemli hale gelebilir. (Sayfa 151)
Bu ihtiyaç, geçici olarak bir seyahat ya da daha küçük bir eve taşınma ile karşılanabilir; ancak bunlar, eski değerlerin içsel aşılması ve yeni bir yaşam kalıbının yaratılması olmadan işe yaramaz. (Sayfa 151)
Belki de aşkınlığın en yaygın rüya sembolü yılan’dır… Yeraltı aşkınlığı, birbirine dolanmış iki yılanın motifidir. Hindistan’ın Naga yılanları, Yunan’da ve Hermes’e ait değnek üzerinde görülür. (Sayfa 155)
Modern insanın, geçmişten gelen ya da rüyalarda beliren sembollerin anlamını kavraması kolay değildir. (Sayfa 156)
İnisiyasyon, özünde, teslimiyet töreniyle başlayan, ardından bir kapsayıcılık dönemi ve sonrasında özgürleşme töreniyle devam eden bir süreçtir. Bu şekilde, her birey, kişiliğinin çatışan unsurlarını uzlaştırabilir; gerçek anlamda insan ve kendisinin gerçek efendisi haline gelebilir. (Sayfa 156)
Part 3 – Bireyselleşme Süreci
(M.-L. von Franz – Psikik Büyüme Kalıbı)
“Çok sayıda insanı (en az 80.000 rüyayı) gözlemleyerek, Jung yalnızca tüm rüyaların önemli olmadığını, aynı zamanda belirli bir düzen veya kalıp izlediğini fark etti. Bu sürece ‘bireyselleşme süreci’ adını verdi.” (Sayfa 159)
Rüya görenin bilinçli tutumuna, rüyaların ve sembolik içeriğin uygun yorumuyla etki edildiğinde bu değişimler hızlanabilir. (Sayfa 161)
Zamanla, daha geniş ve olgun bir kişilik ortaya çıkar; hatta bu, çevrelerindekiler tarafından da fark edilir. Psikik büyüme, yalnızca bilinçli irade çabasıyla değil, gönülsüz ve doğal bir biçimde, belirli bir kalıbı yerine getirerek gerçekleşir. (Sayfa 161)
Organizasyon merkezi, tıpkı bir nükleer “atom” gibi, Jung tarafından “Benlik” olarak adlandırılmış ve bütün psikanın bütünü olarak tanımlanmıştır; bu, yalnızca psikanın küçük bir parçasını oluşturan “ego”ndan ayırmak içindir. (Sayfa 162)
Yüzyıllar boyunca, insanlar içsel bir merkezin varlığının sezgisel farkındalığına sahip olmuşlardır; Yunanlılar “daimon”, Mısırlılar “Ba-soul” ve Romalılar “deha” (genius) terimlerini kullanmışlardır. (Sayfa 162)
Benlik, bilinçli kişilikten farklı, içsel yönlendirici bir güç olarak tanımlanabilir; ancak bu gücü ancak kişinin kendi rüyalarını incelemesiyle kavrayabiliriz. (Sayfa 163)
Benliğin ne kadar gelişeceği, egonun Benlik’ten gelen mesajlara kulak verip vermemesine bağlıdır. Bu mesajları dinleyen kişi, daha bütünlüklü bir insan haline gelir. (Sayfa 163)
Bir benzetmeyle ifade edecek olursak: Bir dağ çamı kozalığının tohumu, gelecekteki tüm ağacı latent (gizli) bir biçimde içinde barındırır; fakat her tohum, belirli bir zamanda, toprağın kalitesi, taşların varlığı, güneş ve rüzgar gibi özel faktörlerin bulunduğu belirli bir yere düşer. Böylece bireysel bir çam, yavaş yavaş varlığını kazanır… Bireyin içindeki bu benzersizliğin gerçekleştirilmesi, bireyselleşme sürecinin amacıdır. (Sayfa 162)
Bireyselleşme süreci, yalnızca birey bunun farkında olup bilinçli olarak bu yaşam bağlantısını kurarsa gerçek anlamda gerçekleşir. (Sayfa 164)
Yönlendirici ipuçları veya dürtüler ego’dan değil, psikanın bütünü olan Benlik’ten gelir. (Sayfa 167)
Ayrıca, başkalarının gelişimine gizlice bakmak boş yere olacaktır; çünkü her birimizin kendine özgü bir kendini gerçekleştirme görevi vardır. (Sayfa 167)
Bilinçdışıyla İlk Yaklaşım
Gençlik yılları, yavaş yavaş uyanış haliyle karakterizedir; çocuk, çevresi ve kendisi hakkında yavaş yavaş farkındalık kazanır. Çocukluk, büyük duygusal yoğunluk dönemidir. (Sayfa 168)
Bir çocuk okul çağına ulaştığında, ego inşa etme ve dış dünyaya uyum sağlama evresi başlar; bu süreç, bir dizi acı verici şoku beraberinde getirir. (Sayfa 168)
Bazı çocuklar, kendilerini diğerlerinden çok farklı hissetmeye başlar; bu durum belirli bir üzüntüyü ve birçok gencin yalnızlık hissinin bir parçasını oluşturur. (Sayfa 168)
Eğer bilincin gelişimi normal seyrinden saparsa, çocuklar sıklıkla “iç kale”ye çekilirler. (Sayfa 169)
Erken evrede, birçok çocuk hayatın anlamı için içten içe arayış içindeyken, bazıları kalıtımsal ve içgüdüsel kalıpların dinamiğiyle sürüklenir. (Sayfa 169)
Bireyselleşme sürecinin fiili, kişinin kendi iç merkezine ya da Benliğine bilinçli olarak uzlaşmasıyla başlar; genellikle bu süreç, kişilikte bir yaralanma ve ona eşlik eden acı ile başlar. Bu ilk “şok”, bir nevi “çağrı” niteliğindedir, ancak çoğu zaman öyle tanınmaz. (Sayfa 169)
Ego, kendini kısıtlanmış hisseder; bu engelleri dışsal bir şeye yansıtarak, Tanrı’ya, ekonomiye, patrona ya da evlilik partnerine suç atabilir. (Sayfa 169)
Ya da dış görünüşte her şey yolunda gibi görünse de, kişinin altında yatan ölümcül bir sıkıntı vardır; bu sıkıntı, her şeyi anlamsız ve boş gösterir. (Sayfa 170)
Birçok mit ve peri masalı, bu erken evreyi, hastalanan ya da yaşlanan bir kral öyküsü şeklinde sembolik olarak anlatır. (Sayfa 170)
İlk Benlikle karşılaşma, sanki erken bir karanlık gölgeyi ego’nun çaresizce mücadele ederken yakalamak içindir. (Sayfa 170)
Bireyin hayatındaki ilk kriz anında, hiçbir şeyin bilinemeyeceği ya da bulunamayacağı bir şey arayışı başlar. (Sayfa 170)
Bu tür anlarda, iyi niyetli, mantıklı tavsiyeler tamamen işe yaramaz; ya çok nadiren işe yararlar. (Sayfa 170)
Tek işe yarayan şey, önyargısız ve saf bir şekilde yaklaşarak, yaklaşan karanlığın gizli amacını ve senden ne istediğini anlamaya çalışmaktır. (Sayfa 170)
Bazen, önce kişinin kendisiyle ve kendi bilinçli tutumlarıyla ilgili bir dizi acı verici farkındalık sunulur; ardından, tüm acı tatlı gerçekleri yutmaya başlamak gerekir. (Sayfa 171)
Gölgenin Gerçekleşmesi
Birey, çeşitli nedenlerle çok yakından bakmayı tercih etmediği, kendi kişiliğinin bazı yönleriyle tanışır. (Sayfa 174)
“Gölgenin gerçekleşmesi” ifadesi kullanılır, çünkü gölge, rüyalarda sıklıkla kişileştirilmiş biçimde ortaya çıkar. (Sayfa 174)
Gölge, bütün değildir; ego’nun bilinmeyen ya da az bilinen özelliklerini temsil eder. (Sayfa 174)
Bir birey, gölgesini görmeye çalıştığında, kendisinde reddettiği ancak başkalarında açıkça görebildiği özelliklerin (örneğin, bencillik, zihinsel tembellik, dağınıklık, gerçek dışı hayaller, entrikalar, ihmalkarlık, korkaklık, aşırı para ve mal sevgisi gibi küçük günahların) farkına varır ve çoğu zaman bundan utanç duyar. (Sayfa 174)
Bir arkadaşınız bir kusurunuz hakkında sizi eleştirdiğinde, üzerinizde bastırılmış bir öfke yükseliyorsa, muhtemelen gölgenizin farkında olmadığınız bir yönüyle karşılaşıyorsunuz demektir. (Sayfa 174)
Kişisel eğitim (kendini geliştirme) çalışmaları, neredeyse Herkül’ün işlerine eşdeğer psikolojik bir çaba başlatır. (Sayfa 174)
Bu, sıradan bir insanın yalnızca düşüncesi bileyle neredeyse cesaretini yitireceği kadar muazzam bir görevdir. (Sayfa 174)
Gölge, yalnızca eksikliklerden ibaret değildir; çoğu zaman, dürtüsel ya da yanlışlıkla yapılan bir eylem sırasında, gölge toplu enfeksiyonlara maruz kalır. Bir kişi yalnızken kendini iyi hisseder; ancak “başkaları” karanlık işler yaptığında, katılmazsa aptal sayılacağından korkmaya başlar. (Sayfa 175)
Bu durumda, kişi aslında kendisine ait olmayan dürtülere teslim olur. (Sayfa 175)
İnsanlar, kendi bilinçdışı eğilimlerini başkalarında gözlemlediklerinde, buna “projeksiyon” denir. Her türlü projeksiyon, diğer insanlara dair objektif görüşümüzü bozar ve gerçek insan ilişkilerinin tüm olasılığını ortadan kaldırır. (Sayfa 181)
Gölgenin dost mu yoksa düşman mı haline geleceği büyük ölçüde bize bağlıdır. Gölge ancak görmezden gelinir veya yanlış anlaşılırsa düşmanca olur. (Sayfa 182)
Bazen birey, doğasının en kötü yanını yaşamaya ve daha iyi olanını bastırmaya meyilli olur. (Sayfa 182)
Yani, hangi biçimi alırsa alsın, gölgenin işlevi, egonun zıt tarafını temsil etmek ve insanın diğerlerinde en çok nefret ettiği nitelikleri somutlaştırmaktır. (Sayfa 182)
Gölge içinde öyle coşkulu bir dürtü vardır ki, akıl bunun üzerine gelemeyebilir. Bazen dışarıdan gelen acı verici bir deneyim yardımcı olabilir; mecazi anlamda, kafanıza bir tuğla düşmesi, gölge dürtülerini ve itici güçlerini durdurmak için gerekebilir. Zaman zaman kahramanca bir karar bu dürtüleri durdurabilir; ancak böyle olağanüstü çabalar genellikle yalnızca İçdeki Büyük Adam (Benlik) bireye yardım ettiği sürece mümkün olur. (Sayfa 182)
Bilinçdışının keşfi, son zamanların en geniş kapsamlı keşiflerinden biridir. Fakat onun bilinçdışı gerçekliğinin tanınması, dürüst bir öz-inceleme ve yaşamın yeniden düzenlenmesini gerektirdiği için, pek çok insan sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam eder. (Sayfa 185)
Bunun ortaya çıkardığı sorunlarla başa çıkmak çok cesaret ister. Çoğu insan, davranışlarının bilinçli olan ahlaki yönleri üzerine derinlemesine düşünmek için çok tembeldir; ayrıca bilinçdışının onları nasıl etkilediğini düşünmeye de pek istekli değillerdir. (Sayfa 185)
Comments