Please Enable JavaScript in your Browser to Visit this Site.

top of page

Gölge Kavramı Üzerine Yazılar – Toni Wolff

Güncelleme tarihi: 21 Mar


Gölge Üzerine Yazılar – Toni Wolff

Gölge Üzerine Yazılar – Toni Wolff

Toni Wolff tarafından yazılmış ve Katerina Sarafidou tarafından Almancadan çevrilmiş ve düzenlenmiştir


Bireyleşme süreci, psişik bütünlüğün ampirik olarak gerçekleştirilmesidir.


Bireysellik, bireyin bölünmez yapısal birliğidir. Bireyleşme, bu birliğin bilinçli olarak fark edilmesi ve egonun psikolojik koşulların bütünlüğüne entegrasyonu ile gerçekleşir, yani belirli bir psikolojik anda dizilmiş olan bütünlüğün bir yönüne katılım sağlar. Bireysellik a priori olarak vardır, ancak bilinçsizdir.


Bu nedenle, psişik bütünlüğün bilinçsiz bileşenleri dış nesne içinde ve aracılığıyla ortaya çıkar.


Bireyleşme, projekte edilmiş psişik malzemenin dış nesne ile olan özdeşliğinden kurtarılmasını ve özneye entegre edilmesini sağlayan bir farklılaşma sürecidir.


Bu şekilde, birey yapısal bütünlüğünün bilincine varır.


Bireyleşme, tüm psişik faktörlerin canlı bir iş birliğini hedefler.


Amacı, bir yandan personanın sahte kabuklarından, diğer yandan bilinçdışı imgelerin etkileyici gücünden benliği özgürleştirmekten başka bir şey değildir.


Kolektif bilinçdışının imgeleri karmaşık psikoloji tarafından keşfedilmemiştir.


Aksine, bunlar ilkel zamanlardan günümüzün en farklılaşmış dinlerine kadar mitolojik ve dinsel semboller biçiminde ortadadırlar.


Ancak hiçbir zaman psikolojik imgeler olarak anlaşılmamışlardır, yani psişenin yaşamını ve özünü ifade eden imgeler olarak görülmemişlerdir.


Büyük şairler ve sanatçılar bu içsel deneyim dünyasından malzeme aldıklarında bile, bu durum objektif psişenin bir deneyimi olarak değil, yalnızca estetik olarak motive edilmiş bir ifade olarak görülmüştür ve yaratıcı özne ile içeriğinin evrenselliği arasında bir bağlantı kurulmamıştır.


Ancak karmaşık psikoloji iki yeni gerçeklik ortaya koyar: bir deneyim ve bir tanıma.


Bir yandan, psişik imge ilksel bir fenomen olarak deneyimlenir, bilinç tarafından işlenmiş ve sabitlenmiş bir biçimde değil, psişenin özünden doğrudan ortaya çıktığı haliyle.


Bu nedenle ne estetik, ne entelektüel, ne de başka bir şekilde farklılaşmıştır; değişken biçimli ve çok katmanlı anlamlara sahiptir.


Bilinçdışı imge, ruhun ilksel zemininde büyüyen bir tohumdur; psikolojik işlevlerin (düşünme ve hissetme, sezgi ve duyum, dışadönüklük ve içedönüklük) farklılaşmasından önce, bilincin özü, içeriği, biçimi ve fikri açısından temelini oluşturan bir sembolde birleşmiştir.


Öte yandan, bu ilksel imgeler estetik veya entelektüel nitelikte değildir.


Daha ziyade doğrudan insan varlığını ilgilendirirler.


Bunlar, insanın ruhunda büyümüş, en öznel yaşamından, çeşitli kişisel çatışmalarından doğmuştur.


Bunlar, onun psikolojik dramıdır; psişesinden gelen varlıklardır, hatta psişenin özüdürler.


Bunlar, insanın “Ayrıca-Ben”idir, onu tamamlayan içindeki Öteki’dir.


Bunlar, psişenin özerk yaşamını gerçekleştiren aracılardır.


Bu objektif psişik içeriklerin bilinç üzerindeki etkisiyle, insanın varlığı üzerinde deney yapmaya başladığı, hiçbir şeyin sonsuza kadar sabit olmadığı ve hiçbir şeyin umutsuzca fosilleşmediği bir durum yaratılır.


Bu, aynı zamanda mutlak kesinliğin artık bulunmadığı, her şeyin bir oluş sürecinde olduğu ve dolayısıyla daha az ya da çok görece olduğu bir durumdur.


Kolektif bilinçdışının bütünleşmesiyle, mevcut bilincin tamamlanması sonucunda, tarihsel sürekliliğe sahip genişletilmiş bir bilinç ortaya çıkar.


Ancak egobilinci, zamanın ruhunun en yüksek zirvesi olarak, insanlığın kolektif bilinçdışının ruhu ile karşılaştığında, bu bilinçdışı uyanır ve yalnızca psişik varoluşunun genel özünü içeren gölgeli ve değişmez halinden çıkarak dönüşüme uğrar.


Bu dönüşüm, bu tek bireye, bu tek anda, en kişisel deneyimi aracılığıyla yaşamının benzersiz anlamını açığa çıkarır.


Bu belirli biçimdeki bireyleşme sürecini harekete geçirebilecek iki ön koşul vardır.


Biri psikolojik analizdir, diğeri ise insanın tamamen kendini adamasını gerektiren bir yaşam durumudur.


Her iki ön koşul da yaşamda belirli bir olgunluğu ve uyum sağlamaya yönelik normal sorumlulukların yerine getirilmesini gerektirir.


Ancak her ikisine de ortak olan, başka bir kişiyle psikolojik ilişkinin vazgeçilmez bir kriter olmasıdır; yani, problemi nesnel olarak ele alan, ancak kendisi doğrudan içinde bulunmayan biri.


Analiz durumunda, bu kişi profesyonel bir psikologdur; özel bir yaşam durumu söz konusu olduğunda ise, nesnel psişe deneyimine sahip ve gerekli psikolojik bilgiye sahip biri olabilir.


Bu nedenle Öteki ile olan ilişki vazgeçilmezdir, çünkü Öteki, psişenin özerk sürecine ilişkin belirli bir insani gerçekliği temsil eder ve böylece bireyin insan ilişkilerine dair işlevini kavrayıp farklılaştırmasını sağlar.


Ancak bu ilişkinin bütünlüğü korunduğunda, kolektif psişeye karşı nesnel bir duruş garanti edilebilir.


Jung, psikolojik analiz yöntemini diyalektik bir süreç olarak tanımlar—yani iki kişi arasında geçen bir diyalog veya yüzleşme süreci.


Bir kişi, diyalektik anlamda, bir psişik sistemdir ve başka bir kişiyle etkileşime girdiğinde, bir başka psişik sistemle etkileşim kurar.


Diyalektik sürecin alanında, doktor anonimliğinden sıyrılmalı ve kendisi hakkında hesap vermelidir, tıpkı hastasından beklediği gibi.


Diyalektik süreç, yalnızca bireyin bireyselliğine adil bir şekilde yaklaşabilir.


Bu, tüm teorileri ve uygulamaları bir kenara bırakarak, mümkün olan en tarafsız tutumu benimsemek anlamına gelir.


Terapist artık aktif bir özne değil, bireysel gelişim sürecinin bir eş-deneyimleyicisi olur.


Her koşulda, diyalektik sürecin en üstün kuralı, hastanın bireyselliğinin doktorunkiyle aynı değere ve var olma hakkına sahip olmasıdır.


Bu nedenle, hastadaki tüm bireysel gelişmeler, kendiliğinden düzelmediği sürece geçerli kabul edilmelidir.


Psikolojik sembollerin farklı yorumlara açık olması da diyalektik sürecin bir başka temel unsurudur.


Son yorum, nihayetinde hastanın bireyselliği tarafından belirlenir.


Bireyin psikolog ile olan ilişkisi, onun diğer insanlara ve genel olarak dış dünyaya yönelik tutumunun bir ön aşamasıdır.


Bu görev psikolojik analiz ile başlar, ancak yalnızca gerçek dünyada çözülebilir; tıpkı psişenin özerk sürecine ait sembollerin de tam anlamıyla yaşama geçirilmesini gerektirmesi gibi.


Psikolojik analiz, bireyin toplam psişe ile olan ilişkisini tanıyıp deneyimlemesini sağlayan bir araçtır.


Daha sonra yeni problemler ortaya çıktıkça, yeni bilinçdışı içerikler aktif hale gelir, çünkü insan varlığının bütünlüğü ancak yaşam sona erdiğinde tamamlanır.


Bilinçdışı psişe aktive olduğunda, içeriği insan nesnelerine projekte edilir ve böylece en karmaşık düğümler ve en şiddetli sarsıntılar ortaya çıkar.


Psişede var olan, ancak ataletten, dikkatsizlikten veya korkudan dolayı bilinçsiz kalan her şey, enerjik bir yoğunluk ve etkinlik kazanır.


Diğer insanlar, öznenin kaçındığı etkileri yaşar.


Bu nedenle, insan ilişkileri söz konusu olduğunda, diğer insanlarla olan “mistik katılımın” (participation mystique) mümkün olduğunca ortadan kaldırılması ve Öteki tarafından temsil edilen psişik içeriklerin özneye entegre edilmesi son derece önemlidir.


Ancak projeksiyon nesnesi, projeksiyonlardan ayrıldıktan sonra, nesnenin yalnızca öznel içeriğin bir kabı mı olduğu yoksa projeksiyonun daha eksiksiz, yani bireysel bir ilişkiye duyulan ihtiyaçtan mı kaynaklandığı netleşebilir.


Bu nedenle, psikolojik içgörüye karşı direnç genellikle yalnızca kişinin kendisini açıkça görme isteksizliğine değil, aynı zamanda projeksiyonları geri çekerek nesneyi değerinden mahrum bırakma korkusuna da dayanır.


Ancak nesnenin bireysel anlamı, söz konusu kişilerin takdirine bağlı olmayan bir kader meselesidir. Bir ruha sahip olmak, yaşamın bir riskidir.


Bireyleşme süreci yoluyla gerçekleşen bilinçdışı psişenin entegrasyonu, ilişkiden kopukluk veya aşılmaz bir izolasyon hali yaratmaz—tam tersine, yalnızca üstün işlevler ve persona tavrı aracılığıyla mümkün olan yüzeysel bağlantıların ötesinde, daha koşulsuz bir bağlılığın temelini oluşturur.


Alt işlevler yalnızca nispeten farklılaştırılabilir ve bu nedenle her zaman kolektif psişeye olan ilişkilerinin özelliğini korurlar.


Bu, insanlığın bütünüyle daha bütünlüklü ve doğal bir bağ kurmayı sağlar: Bilinçli ve deneyimlenmiş bir katılım, hem başkalarını etkilemeyi hem de başkalarının etkisine maruz kalmayı ve bireysel karakter üzerinde bunun etkisini barındırır.


Objektif psişenin deneyimi, en sıradan ve en düşük geçiş noktasına bağlıdır; bu, kişinin en öznel ve kişisel gerçeklerini ciddiye almasını gerektirir.


Ruh, yalnızca kendisini atlamayanlar tarafından deneyimlenir.


İnsanın iç dünyasında ilk karşılaştığı psişik nesne Gölge figürüdür.


Gölge, her zaman özneyle aynı cinstedir ancak ego ile özünde farklı bir doğaya sahiptir.


Gölge, egonun karanlık yansımasıdır.


Gölge, bilincin ışığında durmayan ve insan doğasında bulunan eksiklik, trajedi ve kötülük nedeniyle bilinçli başarıların zirvesine ulaşamayan her şeydir.


Gölge, egonun değerlerine karşıt olan tüm değerleri içerir.


Ahlaki ve ruhsal olarak daha düşük bir niteliğe sahiptir ve dahası, egonun yaptığı gibi çağın ruhuna uymaz; yakın ve uzak geçmişin her türlü kalıntısı Gölge’ye yapışır.


İnsan doğası evrensel niteliklere katıldığı sürece, kolektif psişe insanlığın tüm zirve ve çöküş olasılıklarını içerir.


Gölge her zaman diğer taraftadır, egonun olmadığı yerde.


O, alter egodur, bireysel bilincimin dünyasında değil, tüm psişik gerçeklik dünyasında "benim de olduğum" bir "ben"dir.


Gölge, ego ile değer bakımından özdeş değildir ve onun bilinçli hale getirilmesi, egonun niteliklerinden hiçbirini ortadan kaldırmaz; aksine, bunlar kişisel olanın ve zamana bağlı olanın ötesinde evrensel insani boyuta genişletilir.


Persona, bir insanın kendisi ve başkaları için olmak ve temsil etmek istediği dış kolektif değerlere uygun her şeyi içerdiği gibi, Gölge de kolektif insan doğasına ait ancak kişinin ahlaki, estetik, entelektüel veya diğer nedenlerle reddettiği her şeyi kapsar.


Bunlar, bilinçli ilkelere uymadıkları ve pratik olmayan ya da saçma göründükleri için kişinin ortaya çıkmasına izin vermediği niteliklerdir.


Bu nedenle, Gölge’nin faaliyeti genellikle insanı en beklenmedik ve hoş olmayan oyunlarla şaşırtan ve korkutan bir hilebaz (trickster) gibidir.


Gölge, insanın kendisini bıraktığı yerde, aptalca göründüğü yerde, kinci olduğu yerde ya da görünüşte fedakâr bir eylemde bencilce güdülerini fark ettiği ve soylu bir duyguda küçük hesapçılık yaptığını keşfettiği yerde çalışır.


Gölge, her yerde egoyu takip eden karanlık kardeştir; bizimle yaşamak ve bizi bütün kılmak isteyen içimizdeki Öteki’dir.


Gölge, her zaman egonun olmadığı yerdedir.


Ego yukarıdaysa, Gölge aşağıdadır.


Ego yetenekliyse, Gölge güvenilmezdir.


Eğer biz modernsek, Gölge eski kafalıdır.


Eğer muhafazakâr isek, Gölge isyankârdır.


Gölge, tek yönlü bilinçli tavrın karşılığı değildir, ancak kolektifin yalnızca bir kesiti olabilen işlevsel kişiliğimize tamamlayıcıdır.


Eğer biz bir şeysek, Gölge başka bir şeydir; o, arka planda yatan temel aynasal imajımızın yarısıdır.


Bunun farkında olur ve onun bizimle yaşamasına izin verirsek, orta yolu izleyebilir ve böylece psişenin paradoksal doğasına hakkını verebiliriz.


Çünkü kendimizi gerçekten ve koşulsuz olarak belirli bir duruma adadığımızda, Gölge de orada, olduğumuz ve yaptığımız her şeyde bulunur.


Ve eğer içimizdeki bu "komşu"yu tanıyacak ve ona gerekli haklarını verecek kadar hoşgörülü olursak, yalnızca kendi doğamızı değil, aynı zamanda Öteki’nin doğasını da kendimizi ondan üstün görmeye çalıştığımızdan daha iyi anlarız.


O zaman, Öteki’nin bize karşı şiddetle kendisini ortaya koymasına gerek kalmaz.


Gölge’nin entegrasyonu, bireyin kendi kişiliğine karşı mesafeli ve objektif bir tutum geliştirmesinin başlangıcıdır.


Gölge, rüyalarda ve fantezilerde sosyal, ahlaki veya ruhsal açıdan karanlık ve aşağı bir figür olarak ortaya çıkar.


Bu, ilkel kültürlerin psikolojisinde de önemli bir rol oynayan bir arketiptir.


Orada, Gölge bireysel kişiliğin işlevsel, ayrı bir unsuru olarak somutlaştırılmıştır.


Bu nedenle, birinin Gölge’sine basılmamalıdır; çünkü bu, kişiliğinin bütünlüğünü ihlal eder, yani ona karşı büyüsel bir etki yaratır.


Gölge’sini ve dolayısıyla insanlığını kaybeden kişinin kaderi, Chamisso’nun Peter Schlemihl adlı eserinde sembolize edilmiştir.


Ancak bunun tersi olan insanlar da vardır; yani, ego kendisini Gölge sanır ve gerçek dünyada Gölge’nin rolünü üstlenir.


Bunlar, hiçbir şeyin yolunda gitmediği ve bir felaketten diğerine sürüklendiği talihsiz insanlardır.


Bilinmeyen bir nedenle psişenin tersine, Gölge tarafına düşmüşlerdir ve bu yüzden ne dış dünyayla ne de kendileriyle doğru bir ilişkiye sahip olabilirler.


Tüm talihsizliklerden kendilerini sorumlu tutarlar ve her kötü eyleme suç ortaklığı yaparlar.


Gerçekte yaşamaları gereken psişik deneyimleri dış dünyada yaşamaktadırlar.


Benzer bir şey, bireyleşme sürecinde Gölge ile karşılaşma yoluyla gerçekleşir.


Gölge’nin kişisel ve kişisel olmayan bir yönü vardır; yarısı egoya aittir, diğer yarısı ise kolektif psişenin içeriğidir.


Ancak bu iki yön ayrılmış değildir—aksine, ayrılmaz bir şekilde iç içe geçmişlerdir.


Ayrıca, Gölge arketipi, arkasında yatan tüm diğer arketiplerle bağlantılıdır.


Bilincin etkisi, yalnızca Gölge’nin farklı figürlerini ve bileşenlerini ayırt eder; bunlar, bilinçsiz haldeyken yalnızca yoğun etkileri aracılığıyla deneyimlenir.


Gölge, egoyu kolektif nitelikteki sembolik durumlara yerleştiren deneyimlere aracılık eder, bunlar Gölge’nin gerçek tarafında yer aldığı sürece.


Bunlar karanlık ve kötülük deneyimleridir, insanın aşağı düzeydeki varlığının, insanlığın en çirkin yönlerinin deneyimleridir.


İnsan, insan olmadığında da insandır, fakat aynı zamanda bir insan hayvandır.


Ben, bilinçli varlığımda bir kişi olarak bu değilim, ama evrensel bir insan olarak aynı zamanda buyum.


Gölge’nin tanınması yoluyla, birey kendi kutupluluğu ile yüzleşir.


Gölge’nin arketipsel yönü, bireyi içsel karşıtına ve böylece bilinçdışının genel karşıt doğasına daha da götürür.


Bilinç, dış gerçekliğe yönelme işlevini yerine getirdiğinde, insan dünya ve kendisi hakkında bir imge yaratır.


Bu imgenin herhangi bir şekilde doğru olup olmayacağı, bireyin kendisini ne kadar iyi tanıdığına bağlıdır; çünkü tüm yanılsamalar, tüm arzular, tüm korkular, öznede özümsenmemiş her şey dünyaya yansıtılır ve yalnızca düşüncenin değil, aynı zamanda eylemin de temeli haline gelir.


Ve insan, iyiyi ve kötüyü yalnızca dış dünyada gördüğü ve gerekli değişiklikleri dışarıdan beklediği sürece, psikolojik olarak olgunlaşmamıştır, çünkü kendisini sorumlu kılmamaktadır.


Psişik gerçeklik, dışsal uyumluluk, yetkinlik, sağduyu ve gerçekliğe dair farkındalık standartlarını karşılayan bireylere kendisini özellikle dayatır.


Dolayısıyla, psişenin telafi edici işlevi burada bu değerleri vurgulamak değil, aksine onları bir tür görecelileştirerek kendi gerçekliğini bir karşı ağırlık olarak göstermektir: İçsel öznel olan, dışsal nesnel olan kadar etkili hale gelir, gerçek olmayan, somut olan kadar inandırıcı hale gelir ve fantastik olan, akılcı olan kadar aydınlatıcı hale gelir.


Tam da bilinç, kendi işlevini tam bağlılıkla yerine getirdiğinde, nesnel olarak verilenleri gerçekten kavradığında ve somut olanı gerçekten fark ettiğinde, sınırlarına ulaşır; çünkü insan o zaman tüm varlığıyla meşgul olur.


Ancak bütünü, ona yabancıdır ve öyle kalmalıdır, çünkü bu, yalnızca oluşmaya başlayan yeni ve fedakârlık gerektiren bir psişik hayattır.


Böylece, psişenin tüm öznelcilik ve hayal gücüne dayalı işleyişine alan açılmış olur.


İrrasyonel olan, somut gerçekliği yutabilir ve bu, tüm ilkel içgüdüselliğin tehlikesidir.


Bu, kültürel bilinci çözme tehdidi taşıyan psişik doğadır.


Bilinç, kendi görevini yerine getirdiğinde ve psişenin işleyişini kavrayacak hiçbir forma sahip olmadığında, psişik doğa hayat bulur.


Bu, bireyin en çok korktuğu veya bilinçsizce tehdit altında hissettiği şeyin onun kaderi haline geldiğine dair bir psişik yasadır.


Onu korkutan şeyde, onun zayıflığı, hassas noktası ve belki de dönüşümün tohumu yatar.


İnsanın gücü, "ben"inden hareketle karar verdiği ve eyleme geçtiği psikolojik yerdir.


İnsanın zayıflığı, acı çektiği ve olayların ona olduğu yerdir.


Güçte, insan kendisine güvenir; bilinçli olarak başkalarından ayrılır ve onlara istekli bir şekilde çekilir.


Zayıflıkta, bağımlıdır, değişkendir ve dönüşüme açıktır, kaçınılmaz olarak dışsal ve içsel faktörlerden etkilenir.


Güç ve zayıflık birlikte, gerçek insanı, insanın olduğu gibi halini oluşturur.


Başkalarına yardım etmek çok daha soylu bir şeydir ve aynı zamanda çok daha rahattır, çünkü böylece kişinin içindeki Öteki’yi atlamasına olanak tanır.


Ancak şimdi kişi, komşusunu kendisi gibi sevme talebinin, çok yüzeysel olarak ele aldığı bir önkoşula bağlı olduğunu keşfeder; çünkü kişi kendisini aslında hiç sevmez.


Belki de yalnızca kendisine veya bazı niteliklerine âşıktır.


Oysa sevgi yalnızca bir duygu veya bir his değil, bir tutumdur ve tüm insanı kapsar: “Tüm kalbinle, tüm ruhunla, tüm gücünle ve tüm aklınla.”


Hristiyanlık, Batı kültürüne, insan ruhunun devredilemezliği ve benzersizliği konusunda paha biçilmez bir farkındalık kazandırmıştır.


Ancak, kendi ruhumu bilmiyorsam, başkasının ruhunu nasıl takdir edebilir ve anlayabilirim?


İkisine de körüm.


Kendimi olduğum gibi görmeli ve kendime olduğum gibi sahip çıkmalıyım.


Psişik yapımın benim için belirlediği şeyin dışında bir şeye dönüşemem; kendimden kaçamam; yalnızca kendimi gerçekleştirebilir ve kendimden sorumlu olabilirim.


Kimse bu sorumluluğu benden alamaz, kimse benim hayatımı benim yerime yaşayamaz ve kimse benim kendim için yaratmam ve acı çekmem gereken şeyi benim yerime yapamaz.


Başarmak istediğim şeyi başkalarına devredemem ve kendi yetersizliğimin nedenini başkalarına yükleyemem.


Başkalarını körü körüne sevemem ya da nefret edemem, çünkü onları neden sevdiğimi ya da onlardan neden nefret ettiğimi ve onlara kendimden hangi yönleri dayattığımı bilmeliyim.


Belli bir inanca neden sahip olduğumu bilmeliyim ve her inancın yalnızca öznel olabileceğini kabul etmeliyim; öznel bakış açımın ne ölçüde geçerli olduğunu ve ne ölçüde tanınmamış kendimi içerdiğini bilmeliyim.


Bu farkındalık beni daha iyi biri yapmaz, ancak biraz daha bilinçli ve dürüst kılar ve belki de farklı olana ve yabancı olana karşı biraz daha hoşgörülü olmamı sağlar.


Kendime karşı insanca davranabildiğim ölçüde, başkalarına karşı da insan olabilirim.


Kendi doğamın sapmalarını ve bozulmalarını deneyimleyerek, bir şeyi akılcı bir argümanla şekillendirmeye ya da içgüdüsel bir savunmayla bastırmaya çalışmadan doğal gelişime güvenmem mümkün olur.


Ancak daha önce kabul ettiğim şeyi aşabileceğimi ve irrasyonelin ve kötülüğün de var olduğunu, çünkü bunları kendi derinliklerimde deneyimlediğimi fark etmeliyim.


Bir birey, kaderi gereği içsel kaosunu deneyimlemeye yönlendirildiğinde, nesnel psişik yasayı deneyimler.


Bunu bir öğüt veya rehberlik olarak değil, bir olay ve bilinç tarafından kavranması gereken ve yalnızca yaşamın akışı içinde doğruluğu veya şüpheliliği kanıtlanabilecek karanlık bir öneri olarak yaşar.


Psişik yasayı deneyimlemek, hiçbir şeyin mutlak olmadığını ve her şeyin kendi karşıtı ve karşı hareketiyle birlikte var olduğunu fark etmeye yol açar.


"Evet"i "hayır" izler, "hayır"ı "evet" izler, sabahı akşam, yükselişi düşüş ve çöküşü yeniden doğuş takip eder.


Bilinçteki sağlamlık ve tekdüzelik, psişik doğanın çeşitliliği ve farklılaşmamışlığı kadar gerçektir; istemek ve karar vermek, bir şeyin büyümesine izin vermek ve olayların gerçekleşmesine müsaade etmek kadar gereklidir.


Ruhun içinde uyuyan ebedi imgeler, kurtarıcı biçimde uyanmaları için tüm çabalarımızı gerektirir; ancak bu, eylem ve iradeyle değil, lütuf yoluyla gerçekleşir.


Psişik gerçeklik, değişim ve hareket, görelilik ve kutupluluktur.


Ve yine de benim için ancak açık bir bağlılıkla, her türlü geçici ve sahte olandan vazgeçerek ve burada ve şimdinin koşulsuz kabulüyle gerçek hale gelir.


Eğer büyük şeylerin kalıcı olması isteniyorsa, en küçük ve en günlük şeyler önemlidir ve yalnızca en kişisel olana tam bir bağlılıkla, kişisel olmayan ortaya çıkar.


Ruh, ancak en sıradan günlük hayatı bile içine aldığında üretken hale gelir ve kültür, doğaya yalnızca hâkim olmakla kalmayıp onu içerdiğinde ve biçimlendirdiğinde, uygarlıktan daha fazlası olur.


Ben kendi varlığıma kök salmış durumdayım ve yine de dünyadan ayrılmazım ve ona öyle bir şekilde dalmış durumdayım ki, dışsal deneyimimden kaçan her şey içsel yansımamda bana ulaşır, böylece onu bir bütün olarak kavrayabilirim; ancak bu şekilde ben de bir bütün haline gelebilirim.


Kendimden sorumluyum ve tamamen kendi başımayım, ancak yine de varlığımı olduğu gibi yalnızca başkalarıyla zorunlu bir dayanışma içinde deneyimlerim.


Bana en yakın ve en gerçek olan insanlar, özlerini benim için açık ettikleri kadar, aynı zamanda benim yorumlayamayacağım bir gizemin ve anlam doluluğunun da taşıyıcılarıdır.


Benliği ancak bütünüyle kendim olarak kazanırım—ve kendimi asla tam anlamıyla deneyimleyemem, eğer onun büyük ölçüde bana ait olmadığını ve başkalarının da içinde bulunduğunu kabul etmezsem.


Böylece, psişik gerçekliğin deneyimi belirli bir yaşam görüşünü doğurur.


Bu bir felsefe değildir, çünkü ne dünyayı ne de ruhu açıklar; bir din de değildir, çünkü metafizik hakkında hiçbir şey bilmez.


En fazla, güvenilir ve geçerli olduğu kanıtlanmış psişik gerçeklere dayanan belirli bir felsefi tutum olarak adlandırılabilir.


Alternatif olarak, insanoğlunun egosunun kendisinin son mercii olmadığını, fakat kapasitesini ve kavrayışını aşan, hem yardımcı hem de yıkıcı güçler içinde dolaştığını ve bu güçlere kendisini maruz bırakması gerektiğini deneyimlediği ölçüde, bir tür dinsel tutum olarak da adlandırılabilir.


Psişenin gerçekliği her açıdan bir paradokstur.


İnsanı aynı anda hem bilgi hem de deneyim göreviyle karşı karşıya getirir, çünkü biri diğerine olmadan yeterli değildir.


Ona, varlığının doğa ve ruh, bireysel ve kolektif, geçmiş, şimdi ve gelecek olduğunu ve kaderin her zaman hem dışarıda hem içeride aynı anda gerçekleştiğini gösterir; bireyin hem müdahale etmesi hem de olayların akışına bırakması gerektiğini, hem "ben" hem de "ben olmayan" olduğunu gösterir.


Psişik gerçekliğin farkına varmak, insanı bilinçli içgörünün etik sonuçlarını dürüstçe çıkarmaya yönlendirir ve böylece insan, kendisiyle çatışmaya girer ve tüm hareketin durduğu, kendi "evet"i ile "hayır"ı arasında, kendi "ben"i ile onun "Ayrıca-Ben" olan her şey arasında çarmıha gerildiği sonsuz bir çatışmaya sürüklenir.


Ve yine de, yaşamın tam anlamıyla yaşanması ve bireyselliğin gerçekleşmesi için tek yol budur.


Toni Wolff, Jung’un Gölge Kavramı, Sayfa 308-316


Carl Gustav Jung ve psikolojisini eğlendirerek öğreten ve dünyada tek olan bir roman serisi olduğunu biliyor muydunuz? Daha fazla öğrenmek için lütfen tıklayınız. 



Büyük Sır Üstadı serisi 4 kitap birarada

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating

Bu blog içeriği konusunda her türlü istek ve şikayetinizi aşağıdaki e-postaya yazabilirsiniz.

©2024 Bilinçdışı Yayınları A.Ş.

bottom of page