Ders VIII: Carl Jung’un Rüya Analizi Seminerleri -13 Mart 1929
- Nazlı
- 25 Şub
- 16 dakikada okunur

Carl Jung’un Rüyalar Analizi Seminerleri Konferans VIII 13 Mart 1929
1 rüya analizi
KONFERANS VIII 13 Mart 1929
Şimdi bu oldukça uzun ve karmaşık rüyadan neler çıkarabileceğimize bakalım.
İlk sembolizm, rüya sahibinin içinde yüzdüğü büyük dalgalar sembolizmidir.
O, bilinçdışını, okyanustan bilinç düzeyine yükselen dalgalarla özdeşleştiriyor.
Bundan memnun musunuz? Bu ilişkilendirme, düşünce (thinking) tiplerinin yaptığı türden bir yorumdur.
Duyum (sensation) ve sezgi (intuition) tiplerinde ise ilişkilendirmeler açıklayıcı nitelikte olmayıp tesadüf veya eşzamanlılık içeren, aynı resimde yer alan şeylerdir.
Örneğin, konu duvarla ilgiliyse, duyum ya da sezgi tipi, onunla şu sandalyeyi ilişkilendirebilir; bu sadece eşzamanlılık ifade eder.
Bu, mantıkdışı (irrasyonel) bir ilişkilendirme biçimidir.
Mantıksal (rasyonel) tipte ise açıklayıcı ilişkilendirmeler elde ederiz.
Rasyonel tip, mantıkdışı ilişkilendirmeler yapmaya çalıştığında bunlar her zaman yanlıştır, uymayan şeylerdir; bu yüzden onlardan sadece o konuda ne düşündüklerini söylemelerini isterim.
Rüya sahibinin yorumundan memnun musunuz?
Daha önce aynı sembolizmden nerede bahsetmişti?
Bayan Deady: Bir önceki rüyada geçmişti. Orada küçük çocuğu bilinciyle, bilinçdışının engin okyanus dalgalarını da bilince hücum edişiyle ilişkilendirmişti.
Dr. Jung: Evet, ve dalgaların ayaklarının altındaki zemini silip süpürmesinden korkuyordu. Aslında neden korkuyordu?
Bay Gibb: Bilinçdışı duygularından (emotions).
Dr. Jung: Evet, dalgaların çağrıştırdığı şey onların duygusal, dinamik oluşudur.
Rasyonel tip, şeylerin mantıkdışı niteliğinden hoşlanmaz.
Bunda bir güvenlik yoktur, bu yüzden mantıkdışı veya duygusal unsuru göz ardı eder.
Hatta ilişkilendirmelerinde bile, bilinçdışından yükselen bu dalgaların duygusal olduğunu dikkate almaz.
Rüyada, o durumla son derece yetkin bir şekilde başa çıkarken gösterilir.
Dalgaların arasına dalarak yüzüyor ve ilişkilendirmelerinde de insanın böyle yapabileceğini ve sürüklenip gitmeyeceğini söylüyor. Bu rüya onu cesaretlendiriyor.
Önceki rüya, dalgaların durduğu yeri yok edebileceğini söylüyordu, ama bu rüya “Bu durumla baş edebilirsin, o kadar tehlikeli değil.” diyor.
Her şey olumlu ve ona bağlı, ama sonrasında prensin oğlunu (kişisel olarak tanımadığı) görüyor.
Prensin kendisi, kendi ülkesinde çok önemli rol oynayan, aristokrat, çok önemli bir adam.
Böyle bir figür rüyada belirdiğinde, bunun çok önemli, neredeyse ideal bir figür anlamına geldiğinden emin olabilirsiniz.
Şimdi o adamın oğlu burada ortaya çıkıyor, ama rüya sahibinin onunla ilgili hiçbir çağrışımı yok.
Bir hastanın çağrışımı yoksa iş zordur.
Rüyadaki bir sonraki şeye bakın, belki orada bir karşı-darbe (contre-coup) vardır.
Rüyada bir sonraki figür rüya sahibinin babasıdır, bu yüzden prensin oğlunun rüya sahibinin babasıyla bir bağlantısı olmalı. Bu bağlantı nedir?
Bayan Zinno: Prensin oğlu, rüya sahibinin iş ortağı olan kayınbiraderi değil mi? Babası ve müdür ilişkiliyse, o zaman kayınbiraderi ve kendisi de öyle olabilir.
Dr. Jung: Ama rüyadaki bu figürler, rüya sahibi için psikolojik olarak gerçek kişiler olmayabilir.
Kendisi artık Genel Müdür ile gerçek bir iş ilişkisi içinde değil, dolayısıyla o (iş müdürü) bir semboldür.
Bu nedenle prensin oğlu da psikolojik olarak gerçek bir kişi olamaz.
Dr. Binger: Rüya sahibi kendisi olamaz mı?
Dr. Jung: Evet, rüyada prensin oğlunu hemen babası izlediğine göre, bu muhtemelen babasının oğlu anlamına gelir.
Buradan şu sonuca varıyoruz: Baba, rüyada prens olarak temsil ediliyor; rüya sahibinin daha sonra yaptığı çağrışımlarda ise kendisi prens olduğu halde, aslında durum tam tersi.
Bu kadar önemli bir figürle babasını ifade ediyor olabilir mi?
Dr. Binger: Evet, baba kompleksi yüzünden.
Dr.Jung: Evet, babasını prens figürüyle ifade ediyor.
Onun babayla ilgili olumlu bir kompleksi var, ama rüyada devamında babasının şişman, biçimsiz bir adam olduğu, merdivenlerde neredeyse düştüğü ve suya taşınması gerektiği söyleniyor.
Bu oldukça olumsuz görünüyor.
Çağrışımlarında şişman ve biçimsiz insanların genelde aşağı düzeyde olduğunu söylüyor; ayrıca rüyanın ilerleyen kısmında babası, Genel Müdür’e karşı pot kıran ve patavatsız davranışlarıyla şirkete büyük zarar verebilecek biri olarak tasvir ediliyor.
Dolayısıyla rüya, babasını her bakımdan aşağı bir kişi olarak gösteriyor.
Aslında babasını yeriyor. Neden?
Bay Gibb: Babasına dair olumsuz bir bakış açısı sergiliyor.
Dr. Jung: Fakat neden?
Dr. Shaw: Olumlu baba kompleksine karşı bilinçdışı bir telafi olarak (compensation).
Dr. Jung: Evet, baba kompleksi çok olumlu olduğu için.
Olumlu bir baba ya da anne kompleksi de olumsuz bir kompleks kadar zararlı olabilir.
İnsanı bağlar.
Bilinçdışının sevgi ya da nefretten çok önemi yoktur.
İkisi de sizi bağlı tutar.
Bu ister sevgi olsun ister nefret, sadece bilinç, ego için önemlidir.
Nefret de tıpkı sevgi kadar tutkulu bir güç olabilir.
Saf nefretten dolayı birbirine yapışıp kalan insanlardan söz ederiz; dolayısıyla rüya, olumlu baba kompleksine saldırıyor. Neden?
Bayan Sigg: Eğer bu olumlu nitelikler babaya yatırılmışsa, kişi onları kendisi yaşamamış oluyor.
Dr. Jung: Evet, o zaman geçici (provisional) bir hayat yaşama avantajına sahip olursunuz.
Eğer büyük bir servet miras alsaydım —ki neyse ki almadım— ve onu verebilseydim, serveti kaybederdim ama aynı zamanda ona dair sorumluluğum da kalmazdı.
Dolayısıyla, eğer niteliklerinizi babaya yansıtabilirseniz, onlar için duyduğunuz sorumluluktan kurtulur ve geçici (provisional) yaşamınızı sürdürebilirsiniz.
Hiç rahatsız edilmeden yaşayabilirsiniz çünkü yalnızca sizin sorumlu olduğunuz tüm nitelikleri babaya devretmiş olursunuz.
Rüya sahibinin babası bir din adamıydı.
Muhtemelen ona neyi yansıtıyordu?
Yansıtmada bulunacağınız nesne, küçük de olsa bir ‘kanca’ sunmalıdır.
Bir dehâyı bir eşeğe yansıtamazsınız.
Diyelim ki aslında siz yalan söylüyorsunuz ama yalanları bir başkasına yansıtmak istiyorsunuz.
Böyle bir projeksiyonu ancak uygun ‘kancası’ olan birine yapabilirsiniz. [Gülüşmeler.]
Bunu iyi biliyorum ve durumu karşılamaya hazırım.
Herhangi biriniz de, birinin size yansıtmada bulunmasıyla karşılaşabilirsiniz, böylece benimle aynı konumda olursunuz.
Hepimizin kancaları vardır; ben nasıl kendimdeki kancayı arıyorsam, siz de kendinizdekini aramalısınız.
Projeksiyon müthiş bir güçtür.
Onun tarafından harekete geçirilirsiniz ve nedenini bilmezsiniz.
Projeksiyonun çarpması bir bilardo topu gibi size doğru gelir.
Projeksiyon yoluyla korkunç şeyler meydana getirilebilir.
Kendinizdeki kancanın ya da açık kapının farkında değilseniz, (o projeksiyon) bir şeytan gibi içeri süzülür ve muazzam bir etki yaratır.
Bir projeksiyona kayıtsız kalamazsınız.
Biriyle ilgili projeksiyonda bulunduğumda da, biri bana projeksiyonda bulunduğunda da aynı derecede önemlidir.
Her iki durumda da neredeyse mekanik bir etkiyle işler.
Projeksiyonlardan en hayret verici ve açıklanamaz şeyler doğabilir.
The Evil Vineyard adlı hikâyede bir erkek, bir kadının bilinçdışı projeksiyonu sayesinde cinayet işlemeye sürüklenir.
Bu, bir animus projeksiyonu öyküsüdür.
Almanya’daki Arnstein olayı da benzer bir örnek olabilir.
Bir adam bir gecede sekiz kişiyi öldürdü ve bunun için kesinlikle hiçbir motivasyon, hiçbir neden bulunamadı.
Delirmemiş bir insan neden böyle cinayetler işlesin ki?
Cinayetlere kadar uyuyamıyordu, kendini baskı altında hissediyordu ama nedenini bilmiyordu.
Cinayetten sonra, cezaevinde, eski bir fare gibi uyudu.
İyi yedi, sekiz kilo aldı ve tamamen memnun görünüyordu.
Sekiz masum insanı öldürmüştü: karısını, kayınvalidesini, tüm aileyi, bahçıvanları ve hatta köpeğini ki bu çok daha beterdi.
Bu vakayla ilgili araştırma yaptığımda, karısının bir tür dua tarikatına mensup olduğunu öğrendim.
İnsanların bunu yapmasının her zaman bir nedeni vardır, onunla ilgili bir soru işareti koyun.
Benim düşüncem, bu kadının adeta bir şeytan olduğu ve her şeyi projekte ettiği yönünde; adam da bütün bunları bir medyum gibi ortamdan kaptı.
Adam zayıf ve zararsızdı. Kendi kardeşi bile anlam veremedi.
The Evil Vineyarddaki kocanın durumunda olduğu gibi, belki o cinayetleri bir projeksiyon altında işledi.
Bu adam da zayıftı, karısı ise güçlüydü; dua tarikatına giden bir kadının bilinçdışı böyle bir imada bulunabilir ve kocasına ne yapması gerektiğini sezdirerek aktarmış olabilir.
Belki adam yıllardır bilinçdışında bir varsayım oluşturarak didiniyordu.
İçinde ilgilenmesi gereken başka bir kişi olduğuna dair hep bir his taşıyordu.
Bir günlük tutmuştu; günlük, canlı bir bilinçdışının ve biriyle konuşma ihtiyacının göstergesidir, dolayısıyla içinde başka bir hayatın öyküsünü yazması gerektiğini düşünüyordu.
Suçtan birkaç hafta önce, günlüğünde uzun bir bıçaktan bahseden birkaç not belirdi; bu bilinçdışının bir işaretiydi.
Bu, “Hazırlan, senden beklenen bu,” anlamına gelebilirdi.
Dolayısıyla adamın karısının bilinçdışı ona yansıtılmış olabilir ve The Evil Vineyarddaki kocada olduğu gibi o da buna hazırdı.
Tabii ortada bir kanca vardı.
Bizim rüya sahibimize gelince, babası üzerindeki etkisinden söz edemeyiz ama projeksiyon alan anne-babalar Tanrı-benzeri bir konuma zorlanabilirler.
Pek çok analist, Kurtarıcı (Saviour) konumuna yerleştirilir ve bu durum onları gerçeklikten öyle bir uzaklaştırır ki hatalara düşerler.
Bu, analistin tipik hastalığıdır; çünkü insanların ruhlarıyla ilgilenerek projeksiyonlar için bir kanca sunar.
Doktor enfeksiyona açık olmalıdır; aynı şekilde analist de projeksiyonlara açık olmak zorundadır ama bu projeksiyon tarafından sürüklenip gitmemeye dikkat etmelidir.
Hastanın babasına yaptığı projeksiyonların değeri nedir?
Bay Gibb: Ahlaki ve entelektüel değerler.
Dr. Jung: Bütün mesele, onun ahlaki ve entelektüel değerlerin yerine okült çalışmaları koymasıyla başladı.
Şimdi de bilinçdışı, ahlaki ve entelektüel değerlerin kalesi olan babasını eleştiriyor gibi görünüyor; böylece bu projeksiyonları yıkmak istiyor.
Sonra ne olabilir?
Bay Gibb: Bütün bu sorumluluklar onun üzerine geri döner.
Dr. Jung: Evet, artık geçici hayat ona cazip gelmez, bundan sonra doğru ve yanlışa dair kararlarını kendi vermek zorunda kalır, artık babasına güvenemez.
Geçici bir hayat süren kişi, kendisi adına önceden alınmış değerlere ve kararlara bağlı kalabilir.
Bu, Katolik Kilisesi’nin avantajıdır.
Ebedi yasalar önceden karara bağlanmıştır, böylece insan bu konularda kendi kararını vermekten kurtulur.
Şimdi hastanın kendisi kendi babası haline gelir.
Fakat biz hâlâ baba imgesini zayıflatma sürecindeyiz.
Ahlaki değerlerimi bir başkasına yansıttığımda, sorumluluğumu da ona yansıtmış olurum.
Sorumlulukla veya öz-eleştiriyle yüklenmem, böylece hiçbir suçlama ya da sonuçları düşünme kaygısı olmaksızın tökezleyerek hayatı sürdürürüm.
Ben, ‘Çok üzgünüm, ama bilmiyordum. Affedersiniz, bununla ilgili ne yapabilirim? Yaptığım hatanın zararlarını öderim,’ diyorum ama aynı şekilde devam ediyorum.
Hepinizin bildiği, böyle hata üstüne hata yapan insanlar vardır.
Bir çukura düşerler ve oradan çıkarılmaları gerekir.
Sonra yollarına devam eder ve sanki daha önce hiç başlarına gelmemiş gibi aynı çukura yeniden düşerler.
Bu, neredeyse onlarda bir sisteme dönüşür; aynı saçmalığı tekrar tekrar yaparlar ve asla fark etmezler.
Bunlar, geçici (provisional) bir hayat süren ve sorumluluklarının bilincinde olmayan insanlardır.
Baba kompleksi zayıflatıldığında, rüya sahibi sorumluluğu ve öz-eleştiriyi miras alır.
Şimdi baba, büyük mülkün Genel Müdürüyle konuşuyor; bu kişinin siyah sakalı, gerçek babanın da sahip olduğu sakalı anımsatıyor.
Açıkça görülüyor ki bu adam babasıyla özdeşleştirilmiştir.
Şişmanlık özelliği sadece onu hoşlanılmayan biri yapmak içindi; gerçekte öyle değildi.
Şimdi de kesinlikle yozlaşmış bir adamla bağlantılı halde gösteriliyor.
Bu, psikolojik olarak ne anlama gelir?
Dr. Binger: Rüya sahibinin bir bölünmesi; burada babanın iki yönüyle temsil ediliyor: baba bir prens ve aynı zamanda şişman bir aptal olarak görünüyor.
Dr. Jung: Evet, ama unutmayın ki bu, bizzat baba değil; rüya sahibinin çeşitli unsurlarının babaya yansıtılmasıdır.
Babanın suretinde beliren şeyler aslında rüya sahibine aittir; hem değerler hem de kusurlar.
Bu nedenle, bir yanda babası prens, öte yanda yozlaşmış müdürdür.
Bir yanda babasını üstün bir insan, Prens olarak yüceltirken, diğer yanda onu yozlaşmış Genel Müdür olarak değersizleştirir.
Bu iki yön de rüya sahibinin kendisine ait parçalardır ve babaya yansıtılmıştır.
Kendisini babasından daha başarılı ve akıllı biri olarak gösterir ama aynı zamanda daha yozlaşmıştır.
Bunu fark etmez.
Ahlaki değerlerini yansıttığı takdirde, bunlara karşılık gelen kusurlarını tanıması gerekmez.
Yüce olan hiçbir şey, aşağı olandan bağımsız değildir.
Nietzsche, “Dalları gökyüzüne uzanan ağacın kökleri cehenneme uzanır,” demiştir.
Prens, şimdi rüya sahibini, Genel Müdürü ve babayı öğle yemeğine kalmaya davet ederek iş (business) konuşmak ister.
Prensin bu rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Biz, prensin, babanın aşırı değer biçilen hali olduğunu söylüyoruz.
Şimdi bu üstün kişi, onları iş konuşmaya davet ediyor ve bu elbette yüksek derecede psikolojik bir ‘iş’ meselesi.
Bayan Sigg: “Business” kelimesi, içinde çok belirli, çok olumlu bir şey barındırıyor. Psikolojik açıdan iş gibi, olumlu olmak iyi bir şeydir.
Dr. Jung: Tabii, iş yönü, güvenilirlik ve adalet içerdiği için çok olumlu bir yön olabilir.
Sizi doğru anlıyorsam, prens (yani olumlu baba), adil muameleyi, iş benzeri bir süreci öneriyor, demek istiyorsunuz.
Bayan Sigg: Ruskin, “Önce adalet, sonra sevgi,” demişti.
Dr. Binger: Bu bir çeşit Hakem Kurulu (Board of Arbitration) gibi değil mi?
Dr. Jung: Evet, o kadar çok haksızlık ve bu yansıtmalarda öylesine bir karışıklık var ki, sanki bilinçdışı, “Şimdi oturalım ve bütün durumu konuşalım,” diyor.
Rüyanın geri kalanı, açıklanması gereken şeylerin önemli bir şekilde aydınlanmasıdır.
İlk nokta, babanın hiçbir şekilde bir iş insanı gibi davranmamasıdır.
Hatta Genel Müdür’e onun dürüst olmayan işler çevirdiğinden şüphelendiğini söyler.
Bu, imkânsız bir başlangıç olur ve babanın bir iş insanı olmaya ne kadar uygun olmadığını gösterir.
Rüya sahibi şu yorumu yapar: “Baba, iş insanı olarak gözden düşüyor; dolayısıyla sorumluluk bana kalıyor.”
Yine de Genel Müdür aslında rüya sahibinin ta kendisidir; nihayetinde, gizli kapaklı işleri yapan odur.
Bazen sol eli, sağ elinin ne yaptığını bilmez; bu yüzden vicdanı rahat tutmak nispeten kolay olabilir.
Mesele şu ki dürüst ve başarılı bir iş yapılamaz, çünkü Genel Müdür yozlaşmaya açık, düzgün şartlar sunmaz.
Rüya sahibinin bunu prense açıklaması gerekir; diğer firmalar tarafından satın alınmış Genel Müdür’le iş yapılamaz.
Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Dr. Shaw: Prens, onun bireyselliğinin en iyi tarafıdır.
Dr. Jung: Evet, prens, olumlu baba imgesi olarak yüksek ahlaki değerlere sahip üstün bir insan gibidir; bunlar şimdi babadan çekilip rüya sahibine, yani onun içindeki üstün insana — üstün benliğe — geri dönmektedir.
Bu kulağa çok sakar gelebilir ama gerçekte gayet basittir.
Örneğin, iyi geçinen iki kişi tartışıp kavgaya tutuştuğunda ve onlardan biri, “Aptal değiliz, neden iki köpek gibi dövüşelim ki? Mantıklı olalım ve sakin bir şekilde düşünelim,” derse, bu onların daha üstün tarafının öne çıkmasıdır.
Bu, prens ile rüya sahibinin, Genel Müdür’ün yozlaşmış yöntemlerini —etkili psikolojik işleyişe müdahale eden şeyleri— dışlamak için bir araya gelişidir.
Görüyorsunuz, Genel Müdür, rüya sahibinin içindeki aşağılık adamdır; ufak, geçici kazançlar veya kârlar uğruna ucuz ya da yoz yolları deneyen, hiçbir ufku olmayan alt-benliğidir.
Uzun vadede büyük bir iş, yalnızca dürüst olduğu takdirde gelişir; yozlaşma üzerine yükselemez, çünkü yozlaşma kendi kendini yer bitirir.
Rüya, bu adamı psikolojisinde doğru bir yere oturtmaya çalışıyor; çünkü o tekrar karşılaştığı bu bilinçdışı dalgaların hücumunu, kurnazca yoz yollardan ziyade dürüstlükle ele alabilir.
Sorunu, ancak kendi yüksek benliğine başvurarak çözülebilir; ama bu başvuru, kişi kendi yüksek benliği olmadığı, yüksek değerlerini babaya yansıttığı ve hâlâ geçici bir hayat sürdüğü sürece değersizdir.
Geçici hayat sürenler, metal kutuların içindedirler ve onlara ulaşmak mümkün değildir.
Bu yüzden bilinçdışının, yansıtılan bütün kusur ve erdemleri geri çağırması gerekir; ancak insan kendisinin tam olarak farkına vardığında ona dürüst davranması için seslenilebilir.
Bu, analize işaret ediyor!
Bazı insanlar bunu, her şeyi pürüzsüz ve basit hale getirmek için satın alabileceğiniz bir teknik olarak görürler.
“Doktor, beni analiz eder misiniz? Bir baba kompleksi yaşıyorum.
Bu şeyi sistemimden çıkarabilir misiniz?”
Bu, yozlaşmış ve ucuz yöntemler kullanmaktır.
Bu, bir organı vücuttan çıkarmak gibidir; sanki bir kolu bir dakikada kesip alabilir ya da kalbi çıkarıp atabilirmişsiniz gibi.
Bu yapılamaz.
Sadece bir kompleksi çıkarıp atamazsınız ve mesele çözülemez.
Analiz tekniğini bu şekilde sunan sayısız yayın var.
Bu, sırf yozlaşmadan ibarettir, yine de iyi niyetli insanlar bunu bu kadar basitmiş gibi yayımladılar.
Bu rüyayla bağlantılı bir sorunuz var mı? Ana fikir net olduğunda oldukça basit.
Dr. Binger: Kendi özel hayatındaki bölünmenin, projeksiyonunun ne kadarına sebep olduğunu nasıl anlayabiliriz?
Dr. Jung: Bunu söylemek zor.
Baba kompleksinin her zaman var olduğunu varsayıyorum.
Bir şey projekte edildiğinde, her zaman bölünmüştür. Babasını aynı anda hem küçümser hem de yüceltir.
Bu, hem evet hem hayır; artı ve eksi; olumlu ve olumsuz şeklindedir.
Psikolojik olguları anlamak istediğimizde, bu tür paradoksal düşünmeyi öğrenmek zorundayız.
Bütün karşıt çiftlerde durum aynıdır—aşağılık duyguları, aslında büyüklük sanrısı; sadizm, aslında mazoşizm demektir vb.
Dolayısıyla bu adamın her zaman bölünmüş olduğunu, ancak gelişiminin aciliyet kazandığı son zamanlarda geçici yaşamını yıktığını düşünüyorum.
Kendi hayatının yaratıcısı olduğunu görmesi gerekiyor.
Ortada bir ray yok, yol daha önce yürünmemiş.
Ben onun kompleksini evliliğindeki zorlukların sonucu olarak açıklamazdım, aksine bunun tersi. Baba kompleksi yüzünden karısıyla ilişkisinde yeterince sorumluluk almadı.
Baba her şeyle ilgilenirdi. Böylece insanlar Eros problemini görmezden gelirler.
Baba kompleksi olan insanlar, Katolik Kilisesi’ndeki insanlarla aynıdır.
İyi bir Katolik, “Felsefe ve psikoloji sorularını neden dert edeyim ki? Bunların tümü iki bin yıl önce Roma’daki bir konklavda bilge adamlar tarafından çözüldü,” diyebilir.
Böyle insanlar, içleri rahat bir şekilde şaşırtıcı şeyler yapabilirler.
Bay Gibb: Büyük değeri olabilecek bir pamuk işine benzer, aktif bir iş tartışması hesaba katılmak zorunda değil mi? Aklında yaşamın yeni bir değeri olabileceğini düşünmüyor mu?
Dr. Jung: Elbette hayatı onun işi gibidir.
Hâlâ sonuçlanmamış ticari anlaşmalar ciddi engellerdir.
İşini ilerletemiyor çünkü şirketi o büyük mülklerle anlaşmaya varamıyor.
Bilinçdışı, ona hayatında farklı bir kural kurması gerektiği fikrini aktarmaya çalışıyor; bu iş küçük, ucuz yollarla halledilemez, ancak en yüksek değerleriyle yapılabilir.
Bay Gibb: Daha somut bir şey olduğunu düşünmüyor musunuz?
Dr. Jung: Bilinçli olarak hayır. Bu konuda oldukça eminim; prensin kendisiyle, yani kendi en yüksek değerleriyle ilgilenmek zorunda.
İnsanlar doktordan zorluklarını ortadan kaldırmasını isterler, ama bu yapılamaz.
Sonraki rüya [12], aynı gece: Bir sonraki rüya ile son rüya arasında olağanüstü bir fark var; çok dikkat çekici bir telafi durumu söz konusu.
“Karımla birlikte bir yatak odasındayım ve başka bir odaya açılan bir kapının yavaşça açıldığını görüyorum. Hemen kapıya gidip iterek açıyorum ve diğer odada tamamen çıplak küçük bir erkek çocuk buluyorum. Onu yatak odasına taşıyorum ve rüyada onun doğal bir çocuk olmadığına inanıyorum.
Onun kaçmasını engellemek için (kollarımda çırpınıyor) onu kendime bastırıyorum ve bana tuhaf bir duygu (hiç de cinsel olmayan) bir tatmin duygusu veriyor; sanki bu gerçek şey, duygularımın özlemini tatmin ediyormuş gibi. Sonra karım çocuğa çeşitli yiyecekler getiriyor. Siyah ekmek ve beyaz ekmek görüyorum. Çocuk siyah ekmeği yemek istemiyor ama beyazı yiyor. Derken aniden pencereden uçup gidiyor ve havadan bize işaret ediyor.”
Çağrışımlar:
Kapının yavaşça açılması: Faust’un ikinci bölümünde, Faust yaşlandığında ve mantıklı bir hayat sürmeye çalıştığı sırada geçen bir bölüme gönderme. Bilimsel düşünmekten hoşlandığını, gün ışığı boyunca mantıklı kalmayı sevdiğini söyler; sonra gece gelir ve her şey değişir, kapı açılır ve kimse içeri girmez! Büyü olmadan yapamayız. Adamın rüyasında kapı açılıyor ve kimse içeri girmiyor. Bu, doğaüstü bir şeyi ifade ediyor.
Okültizmi inceledi ve “dışsallaştırma” (exteriorization) kelimesini kullanıyor; eskiden ruhlara atfedilen, masanın hareket etmesi, vurma sesleri, duvardaki tıklamalar teorisi. Onun teorisi, bunu yapanın bir hayalet değil, içimizdeki bir şey olduğu, psikolojik içeriklerin dışsallaşması olduğu yönünde; rüya sahibi de böyle şeylerin gerçekliğine ikna olmuş durumda. Rüyada, kapının tuhaf bir şekilde açıldığı hissine kapılıyor. Bu yüzden gidip bakıyor ve diğer odada küçük, çıplak bir erkek çocuğu buluyor.
Çocuk: Tek çağrışımı, geleneksel Eros tasviri olan, çıplak bebek oğlan. Çocuğu kendine bastırdığı zaman duygularına tuhaf bir tatmin verdiğini söylüyor.
Ekmek: Siyah ekmek, içindeki gümüş renkli kepek tabakası sayesinde protein barındırdığı için beyaz ekmekten daha besleyicidir. “Küçük amorcuk (amourette) karım tarafından doğru beslenmedi, bu yüzden uçup gidiyor ve uzaktan işaret ediyor.” Burada erkek psikolojisine dair değerli bir parça var. Tüm cinsiyet meselesini açığa çıkarıyorum! Bu rüyaya biraz düzen vermek lazım. İyi bir rüya, samimi, kişisel bir rüya. Son derece nesnel olan önceki rüyadan sonra bunu nasıl açıklıyorsunuz?
Dr. Binger: İçerik çok benzer. Kendini bir çocuk olarak görüyor, Eros onun çocuksu benliği. Diğer rüyada kendisini babaya yansıtmıştı, bu rüyada da çocuk oluyor.
Dr. Jung: Peki, bu tartışılmalı.
Bence doğru yolda gittiğimizden emin olmak için metne bağlı kalarak başlamamız daha iyi olur.
Rüya sahibi, karısıyla birlikte yatak odasındadır; bu nedenle karısıyla samimi bir durum söz konusudur.
Önceki rüyada yer alan, en yüksek değerleriyle ilgilenmesi gerektiği ve en düşük değerleriyle değil, ifadesi onu eşiyle yaşadığı samimi sorununa götürür.
İşteki bir şey yolunda gitmiyorsa, karısıyla ilişkisinde de bir şey yolunda gitmiyor demektir.
Geçici bir hayat süren biri, Eros’la ilgilenmez.
Babası bu konuda her şeyi bilir, öyleyse kendisi bu işle ilgilenmek zorunda değildir.
Böylece tüm Eros tarafına gözlerini kapar ve karısına hiç uyum sağlamamıştır.
Sadece nesnel bakış açısıyla bir kadınla baş edemezsiniz, bu yüzden bu rüyada engel ortaya çıkıyor, doğal bir şekilde.
Rüya onu doğrudan yatak odasına götürür; çünkü bu aynı zamanda cinsel bir sorundur, cinsellik ilişkisel olmanın en güçlü ve en net ifadesidir.
Bu durumda, bilinçdışının belirli içerikleri dışsallaşmış gibi görünür.
Bildiğim kadarıyla, neredeyse bilinç düzeyine kadar yükselmiş olan bilinçdışı içerikler, dışsallaşma eğilimi taşır.
Bilince neredeyse patlayarak gireceklerdir, ancak bazı engeller vardır ve bu nedenle dışsallaşırlar.
Burada küçük bir mucizeyle karşı karşıyayız.
Bu tür küçük mucizelere karşı bir önyargım yok. Böyle tuhaf şeyler zaman zaman meydana gelir, ama bunların psikolojimizle nasıl bağlantılı olduğunu Tanrı bilir, ben bilmiyorum.
Her şeyin açıklanabileceğini ancak ahmaklar düşünür.
Dünyanın gerçek özü açıklanamazdır.
Bu durumda, rüya sahibinin karısıyla ilişkisinde eksik olan şeyin Eros olduğunu fark etmesi gerekir.
Onun bunu bugüne dek fark etmemiş olması neredeyse bir mucize. Gelmesi gereken şey Eros’tur.
Kapıyı açar ama kimse içeri girmez; sonra diğer odada küçük bir erkek çocuğu bulur, onu kucağına alır. Çocuğu kendine bastırdığında tuhaf bir tatmin hisseder ve bunun cinsel bir his olmamasını garip bulur.
Bu, erkeklerin sahip olduğu aptalca düşüncelerden biridir.
Eros’un cinsellik olduğunu sanırlar, oysa hiç de öyle değildir; Eros, ilişkiselliktir (ilişki kurmaktır).
Bu konuda kadının söyleyeceği bir şey vardır!
Erkek, bunun bir cinsel sorun olduğunu düşünmekten hoşlanır, ancak bu bir cinsellik meselesi değil, bir Eros meselesidir.
Ekmek: Siyah ekmek daha besleyici olurdu, yine de çocuk bunu reddeder ve beyaz ekmeği yer.
Dr. Shaw: Siyah ekmek, düşünmesini ya da üstün işlevini mi simgeliyor?
Dr. Jung: Bunu gösteren bir işaret yok.
Bayan Bianchi: O beyaz ve siyah arasındaki farkı, karşıtlığı vurguluyor. Bu iki insanın doğasıyla ilgili olabilir mi?
Dr. Jung: Bundan pek emin değilim.
Ben şunu söylerdim: Ekmek, besini akla getirir. Zihnimizin, kalbimizin, bedenimizin, her işlevimizin yaşamını sürdürmesi için kendine özgü bir besine ihtiyacı vardır; dolayısıyla Eros da beslenmeden var olamaz.
Eros’a verilen besin burada “ekmek” olarak adlandırılıyor. Siyah ve beyaz, ahlaki değerler için sıradan bir semboldür.
Beyaz, masumiyet ve saflıktır; siyah, dünyanın kiri, gece, Cehennem’dir.
Çok siyah olan ekmek (pumpernikel) oldukça ağırdır ve sindirimi kolay değildir.
Tahılı çok ilkel bir yöntemle öğütürler, dolayısıyla tüm kabuklar içinde kalır. Bu da nemli ve ağır bir ekmek yapar ama oldukça besleyicidir.
Çocuk siyah ekmeği reddeder ve beyaz ekmeği kabul eder. Bu ne anlama gelir?
Bay Gibb: Daha idealist olanı kabul ediyor.
Dr. Jung: Rüya sahibi, kendisinin ne tür yiyecekler yediğiyle çok ilgileniyor.
Yiyecek konusunda bir kompleksi var; bu tür kompleksleri incelediğinizde, her zaman arkasında ilginç bir şey bulursunuz.
Beyaz ekmek, tahılın özünden yapılır; kabuklar atılır ya da domuzlara verilir. Bu nedenle beyaz ekmek, lüks, soyluluk ya da ruh fikrini çağrıştırır.
Tahılın “ruhundan” yapılmıştır.
Yalnızca beyaz ekmek yiyen insanlar soylu, ince zevkli insanlardır; siyah ekmek yiyenler ise kaba, bayağı, plebyen, toprakla iç içe insanlar olarak görülür.
Şimdi soru şu: Çocuk, dünyaya ait ağır ve özlü bir yiyecekle mi besleniyor?
Hristiyan vicdanımıza göre bu, şeytanların ve Cehennem’in yiyeceği anlamına gelir.
“Dünyaya ait, toprak kokan” şey nedir? Cinsellik!
Fakat Eros’un cinsellikle beslendiği yönündeki yaygın varsayım yanlıştır.
Ne tuhaftır ki Eros, cinselliğin içindeki, hissetme ve ilişki kurma (ilişkisellik) dediğimiz, gizli olan bir şeyle—yani yalnızca beyaz ekmekle, tahılın özünden—beslenir.
Hastaya “Karınla cinsel ilişkiye girmen, onunla ilişkili (bağlı) olduğunu kanıtlamaz,” desem, bunu anlamaz; çünkü öyle olduğunu düşünür.
İlişki, duygunla, uyumunla (raporunla) elde edilir ve Eros’u asıl besleyen de budur.
İnsan, cinsel ilişkiden sonra ruhunun mutsuz olmamasını bekler; ama evlilikteki en kötü kavgalar ve yanlış anlaşılmalar çoğu zaman cinsel ilişkiden sonra ortaya çıkar, çünkü cinsellik Eros’u beslemez.
Bu, sık sık kavga ve ayrılıkların doğrudan nedenidir.
Buraya kadarki rüya, çok önemli bir farkındalıktır.
Eros, mucizevi bir şekilde gelir ve yine mucizevi bir şekilde kaybolur. Pencereden uçar. Bu ne anlama gelir?
Dr. Binger: Adam, duygusal bir ilişkiye hazır değil.
Dr. Jung: Eros kalsa yeterince uzun dursa ne yapardı, bilmiyoruz.
Belki bir süre sonra siyah ekmekten de yiyebilirdi, ama yeterince kalmaz. Sadece, “Olmaz, güle güle!” der. Bu iyi bir şaka ve korkunç bir gerçektir.
Bu, vaadedilmiş topraktır,
ama yalnızca bir an için o hızla gelip geçen vizyon belirgindir; sonra, siyah ekmeği yemeye fırsat bulamadan uçar gider.
Analizde de çoğu zaman böyledir. Bir an için ileriyi çok net görürsünüz, sonra o görüş yok olur, sis toplanır ve yeniden karışıklık içindesinizdir.
Bu, ani bir hakikat görüsü gibidir; belirir ve tekrar somutlaşmadan kaybolur.
Evinizde ekmek yenmesi, eski çağlardan kalma bir konukseverlik simgesidir.
Ama Eros, bütün ekmeği yemez; yalnızca beyazı yer, sonra ortadan kaybolur ve uzaktan el eder:
“Au revoir, seni görmek güzeldi, belki yine görüşürüz, tam belli değil.”
Bayan Sigg: Çocuğun sadece Eros olduğuna dair bazı şüphelerim var. Faust’ta, çocuğun şiir ve hayal gücüyle bir ilgisi vardı. Başka bir şeydi o.
Dr. Jung: Doğru, belki sadece Eros değildir. Ben de kuşkuluyum.
Ama ben Eros üzerinde durdum çünkü rüya sahibi, rüyasının genel niteliğinin farkında değildi.
İlk başta Faust’la ilişkilendirdiği gerçeği, beni teknik olarak rüyalardaki “Puer Aeternus” (ebedi çocuk) sembolü olarak adlandırdığım öğenin üç biçimi olan arabacı çocuk (charioteer), Homunculus ve Euphorion’u akla getirtiyor.
Bana göre bu sembolizme işaret ediyor.
Baba kompleksinden sonra, kaçınılmaz olarak çocuksu (infantil) kompleks ortaya çıkar; orada o, oğuldur.
Önce gözlerini babaya çevirdi, şimdi o oğul konumunda, hâlâ sekiz-on yaşlarında bir çocuğun psikolojisinde, dolayısıyla Eros figürü rüya sahibinin çocuksu yanıdır.
Ama bunu böyle derseniz, o çocuksu yanın karısıyla ilişki kurmak üzere ortaya çıkması gerekir ve henüz bu duruma uygun değildir.
Şöyle diyebilirsiniz: Doğal ve sade duygusu, karısıyla ilişki kurmalıdır.
Evet, çocuğun rüya sahibinin çocuksu yanı olduğu doğrudur ama aynı zamanda onda vaatkâr (geleceğe yönelik umut veren) unsurdur.
Kişinin geliştirdiği şeyler artık tamamlanmıştır, ancak gelişmemiş şeyler hâlâ geleceğe dair bir vaattir.
Dolayısıyla oğlan çocuğu, geliştirilebilecek şeyi, insandaki kendini yenileme unsurunu temsil eder ve bu figür için uygun bir terim “Puer Aeternus”tur.
Eski düşüncede “Puer Aeternus,” sonsuz biçimde mucizevi bir şekilde gelip giden, tanrısal bir Çocuk’tur.
Etrüsk çocuğu Tages, küçük çıplak bir oğlan, çiftçinin saban sürdüğü izde belirir ve halka yasaları, sanatları, kültürü öğretir.
Adonis de böyle bir oğlandır.
Tammuz, her ilkbaharda kadınlara görünür.
Babil’in balık-tanrısı Oannes, sudan bir balık gibi çıkar, güneş doğarken ortaya çıkar ve gün boyunca insanlara tarımı, yasaları vb. öğretir, sonra gece yine denize döner.
Meister Eckhart, kendisini ziyaret eden küçük çıplak bir çocuk gördüğüne dair bir vizyona sahipti.
Bunun yanı sıra İngiliz peri masallarında parıldayan (ışıklı) bir oğlandan söz edilir; çocuğun görülmesinin hep uğursuzluk getirdiği, bazen de mutlak anlamda ölümcül olduğu anlatılır.
Bunun bir nedeni olmalı, ne olduğunu bilmiyorum.
“Puer Aeternus,” karakterimizin bastırılan çocuksu yanının basitçe kişileştirilmesidir ve çocuk olduğu için bastırılmıştır.
Rüya sahibi o unsura izin verirse, sanki kendisi ortadan kaybolup küçük çıplak bir oğlan olarak geri dönmüş gibi olur.
O zaman karısı onu bu hâliyle kabul edebilirse her şey yoluna girecektir.
Küçük çocuğu yetiştirmek, eğitmek, belki de hafifçe cezalandırmak (spank) gerekebilir. Bu aşağı unsur hayata dahil olabilirse, gelecekteki yaşam için bir vaat vardır; şeyler gelişebilir, ilerleme olabilir.
Mitolojide bu küçük çıplak oğlan figürü, neredeyse tanrısal bir yaratıcı özelliğe sahiptir.
“Puer Aeternus” olarak, mucizevi bir şekilde belirir ve aynı şekilde ortadan kaybolur.
Faust’ta üç biçimi vardır: Arabacı Çocuk (Boy Charioteer), Homunculus ve Euphorion.
Hepsi ateş tarafından yok edilmiştir; bu, Goethe örneğinde “Pueri Aeterni”nin hepsinin tutkuyla patlayan bir dışavurumda ortadan kaybolduğu anlamına geliyordu.
Ateş her şeyi sonlandırır, dünyayı bile.
Kültürün özü olan ateş, bazen patlak verip her şeyi yok edebilir.
Bu, zaman zaman olur; örneğin Bolşevik Devrimi’nde kültürel yapı artık enerjinin gerilimini taşıyamayınca ateş patlak vermiş ve Rus uygarlığını yok etmiştir.
~Carl Jung, Dream Analysis Seminar, Sayfalar 162-175
Carl Gustav Jung ve psikolojisini eğlendirerek öğreten ve dünyada tek olan bir roman serisi olduğunu biliyor muydunuz? Daha fazla öğrenmek için lütfen tıklayınız.

Comments