Carl Jung ve Çocuk Rüyaları Semineri - Ders I
- Nazlı
- 17 Şub
- 23 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 18 Şub

Carl Jung ve Çocuk Rüyaları Semineri - Ders I(1936/37 Kış Dönemi)
Carl Jung Derin Psikoloji Facebook Grubu
000 childrens
Carl Jung ve Çocuk Rüyaları Seminerleri
1936/37 Kış Dönemi “Çocukların Rüyaları” Semineri I. Ders
İki Çocuğun Rüyalarına Dair Metinler ve Yorumlar
YAKLAŞIK DOKUZ YAŞINDA BİR ERKEK ÇOCUĞUN RÜYALARI
Dr. Markus Fierz Tarafından Sunulan “Üç Genç Kadın” Rüyası Metin: Bir rüya gördüm: Sokaktan aşağıya, tuhaf bir dükkâna inilebiliyordu. Richard’la birlikte indik. Tezgâhın arkasında küçük bir masada üç genç kadın oturuyordu. Bize kırmızı çubuklar verdiler; bunlar mühür mumu (sealing-wax) gibi bir şeydi ve bedava idi, para ödememize gerek yoktu. Bu çubuklar sanki içilebiliyordu (tütsü ya da sigara gibi). Biz de ağzımıza aldık ve içmeye başladık. Sonra sendeleyerek o dükkândan çıktım; başım dönmüş ve midem bulanmıştı.
Dr. Fierz: Rüyayı şu şekilde yapılandırdım:
Başlangıç ve mekân: Üç genç kadından bahsedilene dek rüyanın ilk kısmı.
Gelişme: Kırmızı çubukların verilmesi.
Peripeteia (dönüm noktası): O çubukları içme (sigara gibi tüttürme).
Çözülme (Lysis): Sendeleyerek çıkış, baş dönmesi, mide bulantısı.
Mekân: Sokak, kolektif bilincin dünyasıdır.
Orada olanlar olağan ve normaldir. Fakat şimdi sokaktan aşağıya, tuhaf bir dükkâna iniliyor. Bu dükkân “tuhaf” diye adlandırılıyor, o yüzden dikkat etmemiz gerek. Dükkân, para karşılığında ihtiyacımız olan, elimizde olmayan eşyaların alındığı bir yerdir. Genellikle ürünler o dükkânda üretilmez; dükkân, müşteriyle üretici arasında aracılık yapar.
Bu dükkân, sokak seviyesinin altında, yeraltında olduğu için, satılan “malların” -yani bilinçdışının içeriklerinin- el değiştirdiği bir mekân olarak düşünülebilir.
Dolayısıyla bu dükkânı doğrudan bilinçdışıyla özdeşleştirmek istemem.
Dükkân tezgâhına “counter” deniyor; genç kadınlar, küçük bir masada oturuyor.
“Counter” (tezgâh) bana, insanların yemek içmek için toplandığı bir bar ya da meyhaneyi hatırlatıyor.
Yetişkinler orada sarhoşluk veren içecekler içerler—bu durumun çocuğumuzdaki etkiye benzer bir etkiden söz edilebilir.
Bir çocuk için benzer yer, aşırı tüketilen şekerlemelerin satıldığı bir şekerci dükkânı (candy shop) olurdu.
Kişiler: Richard, yani arkadaş, rüya görenin “ikizi” ya da “gölgesi” gibi düşünülebilir.
Ben ayrıca, bu maceradaki arkadaşlığın, deneyimin “kolektif/doğal” ve masum yönünü (zararsız) gösterdiğini de önemsiyorum. Bu durum rüya göreni kısmen sorumluluktan kurtarır; “Sadece ben değilim, o da vardı!” mantığı devreye girer.
Dükkânda üç genç kadın oturuyor.
Bunları Üç Kader Tanrıçası (Moirae) ile benzeştirirsek, önceki rüyada bahsi geçen “demir kadın”ın yeni bir tezahürü olmuş oluyorlar.
Bunu anlamak için, Hekate benzerliği özellikle önemli gibi gözüküyor.
Bu tanrıça üç biçimde görünür; “triformis”tir. (Prof. Jung: “Demir kadın”ın kaderi ifade etmesi, üç kadının—tam da üçlü oldukları için—benzer bir anlama sahip olabileceğini düşündürüyor.)
Üç rakamı ayrıca “numinos”tur, yani tanrısal veya doğaüstü bir niteliktir.
Önceki rüyada “kader” ve “makas” motifinin bir araya gelmesi, bizi Üç Kader Tanrıçası fikrine götürmüştü.
Bu bağlamda, Hekate “triformis” figürünün de önemi olabilir.
Dr. Fierz: Hekate, yeraltı dünyasını açıp kapatandır, anahtar ona aittir. Bu, bizim rüyadaki “dükkân” fikrine uyuyor; çünkü bu dükkânı bilinçdışına bir erişim şeklinde değerlendirdik. Hekate’nin hayvanı köpektir; köpekle ilgili rüyayı hatırlayalım. Kendisine sunulan kurbanlar balıktı; önceki rüyada “balık tutan devler” vardı. Antik dönemde Hekate’ye adanmış üç tapınak aynı zamanda Priapos’a da (ithifalik ırmak tanrısı) adanmış.
Prof. Jung: Mısır’da bugün bile Priapos figürleri, tarlalarda korkuluk olarak dikilir.
Öyle bir sembol, Basel’deki St. Alban “Schwibbogen”de oyulmuştu.
Nürnberg’de de, Dürer’in evinin yakınındaki şehir kapısında benzer bir köşe taşı var.
Dr. Fierz: Diana – Luna – Hekate: Bu eski bir özdeşleştirme. Diana (Artemis) konusuna da bakalım. O bakireydi ama doğumda yardımcı olan bir tanrıçaydı. Horatius şöyle der: “Montium custos nemorumque, virgo! ... diva triformis!” Sparta’da, antik çağın en meşhur fallik (phallic) kültleri ona adanmıştı. Bütün bu anlatımlar, mühür mumundan çubukların fallik semboller olarak yorumlanmasına yol açabilir. Bunları ağza alıp “içmek” de cinsel birleşme (coitus) olarak düşünülebilir.
Prof. Jung: Mühür mumu çubukları en baştan cinsellikle ilgili olmasa da, mitolojik bağlam aynı sonuca götürebilir.
Dr. Fierz: Üç rakamı da benzer biçimde ele alınmalı. Burada “Grialar” (Graeae) örneğini zikredebiliriz; üç tanedirler ama sadece tek bir diş ve tek bir göz paylaşırlar (biri kadın, biri erkek cinsel organ gibi). Mozarts’ın “Sihirli Flüt”ündeki üç hanımefendiyi de anmalıyız; bunların, genç adamımıza sihirli flüt ve güzel bir resim verdiklerini biliyoruz:
“Sihirli flüt seni koruyacak, Büyük talihsizlikte destek olacak, Böylece insanoğlunun acısını ... dönüştüreceksin...” (…) (Söz konusu operada) Yılanın kovalaması, kuş avcısı, üç hanımefendi, ateş ve suyla vaftiz gibi motifler görülür.
Rüya serimizde ise köpeğin kovalaması, balıkçı dev, üç hanım, hastanedeki yangın ve su motifleri var.
Sigara (duman içme) konusuna gelince: “Erkek ol, tütün iç!” şeklinde eski bir reklam sloganı vardır. Sigara, uzun zaman “erkeksi” sayılmıştır: “Alman kadını sigara içmez!” denirdi.
Burada içilenlerin, mühür mumu çubukları veya onlara benzeyen şeyler olması, normal bir sigara deneyimi olmadığını gösterir. Bunu, özellikle erkeğe özgü (prokreatif) bir etkinlik olarak değerlendirmek yerinde olur.
Bu da güçlü duygularla bağlantılıdır; çünkü bilinçdışı kökenli yoğun içgüdüler uyanır. Baş dönmesi, sendeleme ve mide bulantısı, bilinçdışı tarafından yenik düşmenin sonuçlarıdır.
Özet: Bu rüyada çocuk, önemli bir tanrıça (Anima) aracılığıyla cinselliğin garip gücüyle tanışıyor.
Prof. Jung: Çocuk, ilk kez kadınlar (mitolojik nitelikli) aracılığıyla cinselliğe “inisiyasyon” alıyor; anne yerine bu kadınlar devreye giriyor. Burada üreme (cinsel eylem), hâlâ bir “şekerleme yeme” aşamasında. Libidonun “beslenme” aşamasına denk düşüyor. Cinsellik henüz bilinçsiz ve ancak bulantı, baş dönmesi ve sendeleme gibi, bilinçdışına özgü dolaylı belirtilerle hissediliyor.
Hekate benzetmesi oldukça uygun.
Peki neden tam üç genç kadın?—Bir “üçlü” (trinity) belirdiğinde, alın yazısı/kader açısından önemli bir eşiğe gelindiği, kaçınılmaz bir şeyin olacağı anlamına gelir. Üç Nornlar (Kader Tanrıçaları) veya Graeae gibi üçlüler böyle durumlarda görünür. Antik tanrı üçlüleri, örneğin Brahma-Vişnu-Şiva gibi, her yerde önemlidir. Aynı şekilde Osiris de, iki kız kardeşi İsis ve Nephthys’le birlikte rahimde tasvir edilir. Jagannat ve Balaram iki kardeştir ve onların kız kardeşi Subhadra vardır. Üçlü (triad) o kadar eskiye dayanır ki, kesin bir açıklama yapmak zor. En muhtemel taslak “baba, anne, oğul” üçlemesidir. Muhtemelen Hıristiyan Üçlemesinin de temelinde bu sembolizm yatar. Kutsal Ruh başta dişildi. “Ruhul Kudüs”ün sembolü, aşk tanrıçasının hayvanı olan güvercindir.
Bir başka olası köken, üreme organının anatomik üçlüsüdür. Bu üçlünün tanrısal bir üçlüye dönüşmesi, örneğin lingam kültünde görülür. Burada gerçekten bunlar söz konusu olduğunu, Graeae’nin tek bir diş ve tek bir göze sahip olması da gösterir. Benzer motif, Alman masallarındaki “Üç İplikçi” hikâyesinde görülür: Biri iri başparmaklı, öbürü iri alt dudaklı, üçüncüsü iri ayak başparmaklıdır.
Graeae, mitolojinin en karanlık katmanından yeraltı dünyası tanrıçalarıdır. Böylesi arkaik imgelerin burada devrede olması mümkündür. Tek diş, çok bariz bir fallik sembol, tek göz de buna eşlik eden dişil sembol olarak alınabilir. Rüya metninde çocuklar bu çubukları ağızlarına alıyor. Bu kuşkusuz cinsel bir göndermedir; ağız, dişil organı temsil ediyor. Aynı anda hem eril hem dişil organın ortaya çıkması, “sürekli çiftleşme” arketipidir. Bunun bir başka yönü de “erdişi varlık” (hermafrodit) ya da Winthuis’in deyişiyle “çift cinsiyetli varlık”tır.
Winthuis’in “Das Zweigeschlechterwesen” (Çift Cinsiyetli Varlık) adlı kitabıyla ilgili şunu söylemek isterim: Orada yazar konuyu fazla abartıyor, ama temel düşüncesinde haklı; pek çok ilkel imge, kendini dölleyen, hem erkek hem dişi olan, içindeki sonsuz varoluş garantisini taşıyan, aslında ölümsüz bir varlık fikrine dayanıyor. İlk insanda hepimizin bu varlıkla özdeşlik duygusu ya da inisiyasyonla ona dönme umudu var. Birçok ilkel süs ve sanat sembolünün kökeni buna dayanıyor olabilir.
Daha şaşırtıcı olan, bu tür imgelerin beklenmedik yerlerde, örneğin simyada da karşımıza çıkmasıdır. Temel sembol, kendi kuyruğunu ısıran ejderhadır: Ouroboros. Simyacılar bilir ki, kendi kuyruğunu ısıran ejderha cinsel bir simgedir; Ouroboros kendini döller. Benzer biçimde Ptah, kendi yumurtasını kendisi yaratıp onu kuluçkaya yatırır. Kendini var eden O’dur. Anka kuşu da kendi ya da babasının küllerinden yeniden doğar. Bunlar durmadan kendi kendini yenileyen varlığın imgeleridir. Ejderha, fallik kuyruğunu ağzına alarak kendini döller, “se ipsum impregnat”. Güneş tanrısı Ra, kendi menisini ağzıyla alıp kendini döller ve sonra dünyayı kusar. Vücudunun içi, kendi döllediği rahimdir. Dünyayı böylece yaratır. O yüzden çoğu kozmogoninin ilk varlıkları erdişi (hermafrodit) olarak tasvir edilir.
Tarihsel olarak da insanın, kendi çift cinsiyetli oluşuna dair bir bilinci var gibi. Gerçekte, embriyonun erkek olmasını, erkek genlerinin fazlalığı belirler; dişi genleri de erkekte yok olmaz, yapısında kalır, dişil niteliklerini sürdürür. Bu yüzden bazı erkeklerde kadınsı, kadınlarda erkeksi yönler gözlenir. Kimi insanlar, “İçimde Havva var; ben tanrıyım,” diyerek çiftcinsiyetlilikleriyle övünürler. Tanrının içinde eşi (kadın yanı) vardır. Hindistan’da da tanrıçalar, erkek tanrının dişil formundan ibarettir: Şiva bir noktadır ya da fallik bir imgedir ve Şakti onu sarar.
Bu ve benzeri arketiplerin çocuk bilinçdışındaki etkin varlığı, belli koşullarda “garip sapkınlıklar” gibi görünen davranışlara yol açabilir. Çocuklar, ilginç ve tiksindirici şeyler yaparlar; ama tümü sembolik anlam taşır. Bir yandan aşırı düzenli, öte yandan aşırı kirli davranma gözlenir. Dokuz yaşında bir oğlan, mesela, tiksinti duyduğu için bir kurbağa yer; kentte büyümüş dört yaşında bir çocuk, kırda dışkı yer. Köy çocuğu asla yapmaz bunu. Sanki çok “iyi yetiştirilmiş” kent çocuklarında böyle şeyler görülebilir. Bu tuhaf davranışların nedeni, bilinçdışı “ilk birliği” (orijinal birlik) arayışıdır. Pek “sapkınlık” dememek lazım; belki zamanla dengelenebilecek bir “eğitim hatası” olarak görmek gerekir.
Söz konusu arkaik imge, aynı zamanda çok acayip, acı verici, mide bulandırıcı doyum şekillerini getirebilir, ama koruyucu işlev de üstlenir. Mesela burnu karıştırmak veya ağza tükenmez kalem almak da (kişinin kendisiyle bir çember kurması) bu anlama gelir. Kendini döllemiş olmak, “tam kapalı küre” (“Empedokles’in sphairos”u) olduğunu kanıtlamaktır; artık kimse seni dokunulmaz hale getirir. Efsanedeki Yaratıcı (Demiurgos) bir zamanlar bu tamlığı ikiye bölmüştür; ama aslında ikisi de aynı varlıktır (bkz. Platon, Timaeus).
Rüyanın sonunda beliren o tuhaf sarhoşluk, bilinçdışının kontrolden çıkıp yükselmesini gösteriyor. Bu, deniz tutmasına (seasick) benzer bir olgu. Buradaki “hastalık” hissi, mide bulantısıyla ilintili. Patolojik vakalarda, dengeyi yeniden kurmak için insanın o iğrenç kabul edilen şeyleri gerçekten yapması gerekebilir. İğrenç olan, “kabul edilemez ‘öteki’”dir. Çocuklar onu “bünyeye katabiliyorsa,” artık ona dokunulmaz hale gelir, “tanrısal” bağımsızlığı elde eder. Akıl hastaları da bazen çocuklar gibi davranır; bu onlara bağımsızlık ve duygusal kopukluk hissi verir. Kendilerini o iğrenç nesneyi “içselleştirmek” yoluyla ulaşılmaz yaparlar. Büyücülerin ilaçlarında da en mide bulandırıcı şeyler yer alır; bunları içmek, o nesneyi içselleştirmektir ve kişi böylece bağışıklık kazanır.
İlk çocukça otoerotizm, ahlak dışı görülmemeli; tolere edilmeli. Kişi, kendini dönüştürmek için kendini döllemenin yollarını arar, sonra başkalarını döllemeye yönelebilir. Sözde “koruyucu” kaygılarla yetişkinler, bazen çocukları mastürbasyon ya da benzeri şeylere itebilir. Ama çocukların cinsel konulara yetişkin eliyle dokundurulması doğru değildir.
Az önceki rüya, ergenliği öngören bir örnek. “Üç” rakamı, hem gençlik çağına hem insanlığın ilk dönemlerine aittir. Tek sayı olup eskiden beri “eril” sayılmıştır (örneğin Çin’de, Yunan’da ve Orta Çağ Avrupası’nda), erkeğe ve işlevine işaret eder. Orta Çağ’daki sayı sembolizmi tartışmalarında, “üç” (Ternarium) kutsal üçleme olarak önem kazanır. Ama ilkel cinsel imgeyle bağlantısı da açıkça görünür. Her arketip gibi, triad ya da Ternarium, ilkel anlamda cinsel imgelerle de ifade edilebilir, soyut kavramlarla da. Arketip ne soyuttur, ne de somut. Cinsel (ilkel içgüdü dili) veya ruhsal (manevi) ifade bulabilir. Biri öbürünün yerini alabilir; tıpkı cinsel terminolojinin beslenme terminolojisiyle yer değiştirebilmesi gibi. Örneğin, Eski Ahit’teki “Ezgiler Ezgisi” bu duruma çarpıcı örnektir. Kendi başına bu arketip “üçlü olma”dır; içine her türlü içerik konabilir.
Yakma Hastanesi Rüyası (Prof. Jung Sunumu) Metin:
Bu gece rüyamda birden Hirslanden Kliniğinde, bodrum katında, kaloriferden kaynaklanan bir yangın çıktı. Malları taşımak için kullanılan asansörün yanındaki merdivenden inmek istedik, ama merdiven aniden kesildi. Yukarı çıkmak için asansörü kullandık; ancak 1. kattaki (küçük çocukların olduğu) yatakları artık alamadık. Sanırım çocukları pencerelerden çıkarmışlar.
Prof. Jung: Olay yeri Hirslanden Kliniği. Çocuk orada hasta olarak kalmıştı. İnsan bakıma alındığı yer, mecazi anlamda anne işlevi görebilir. Kişi orayla kişisel bir bağ kurar, adeta annesi gibi. Dolayısıyla kişisel bir niteliğe bürünebilir. Psikolojik ve bedensel bakımın görüldüğü, şefkatle ilgilenildiği bu yer, aile ağının bir uzantısına dönüşebilir. Bu nedenle Hirslanden Kliniği, çocuk ve onun psikolojisi için bir “rüya figürü” haline gelebilir. Nevrotik çocuklarda, yeni çevre anneyle özdeşleştirilir. Okul, kilise vb. anneye fazla kişisel biçimde yaklaştırılır. Bu da anne figürünü çocuğun zihninde aşırı büyütür. Gerçek anneyle ilişki imkânsız hale gelir; çocuk ondan her şeyi bekler. Bu, başlı başına nevrotik bir durumdur—birinin her şey olmasını beklemek. Böyle bir beklenti oluşunca ilişkiler yürümez olur. Sıkça görülür: Yeni biriyle tanışıldığında kıyamet kopar; o kişi psikolojik alanımıza dahil edilir, sanki satranç tahtamızda bir piyon haline gelir, ta ki itiraz eder ya da yanlış anlaşılma olur. Bu yüzden insan çoğu kez mesafesini korur, yoksa karşı tarafın psikolojik nesnesine dönüşüverir. Bilinçdışı bir şey insanın üzerine “çökebilir”; ailevi bir meseleye dâhil olup kendimizi baba, dede ya da başka biri olarak bulabiliriz. Bu çok can sıkıcı bir durum.
Bu rüyada bodrumdaki kaloriferden başlayan bir yangın var. Bodrum “yeraltı” yani çocuğun karnı/gövdesi gibidir. Orada ısıtma (mide, sindirim sistemi) mevcuttur. Ateş oradan başlıyor ve tüm sistemi yakarak Hirslanden’i yok etmekle tehdit ediyor. “Feuer im Dach” (çatıda yangın) ifadesi gibi, duygusal bir patlamayla bütün psikik sistemi altüst etme tehdidini gösterir. Aşağıdan gelen bir duygu fışkırıyor. Belki cinsel konularla ilgisi vardır. “Es überläuft einen siedend heiß” (kaynar su gibi insanın üzerinden geçer) ifadesi, kişinin böyle ateş gibi bir düşünceyle çarpıldığını gösterir. İnsan bazı şeyleri fark edince yüzü kızarabilir. Bazen utanılacak bir durumda yakalanırız ya da bir fikrin sandığımızdan öteye gittiğini fark ederiz.
Oğlan aşağı inmek istiyor, ama merdiven kopuyor; bodruma inemiyor. Asansör sadece yukarı çıkıyor; küçük çocukların bulunduğu ilk kattaki yatakları kurtaramıyor. Küçük çocuklar tehlikede. Rüya sırasında oğlan hâlâ klinikte kalıyordu. Eğer bir yer fazla “çocuksu” durumda kalmamıza sebep oluyorsa, bilinçdışı orayı yakmaya yönelebilir. Hastane yanmalı; çünkü artık böyle çocuksu kalmak istenmiyor. Öte yandan içindeki küçük çocuğa (kendi çocuk yanına) sempati duyar; onun kurtulmasını umar.
Okul Rüyası (Dr. Pitsch Sunumu) Metin:
“Okul rüyası” gördüm. Bir sabah okulda mürekkep (önce çini mürekkebi dedi, sonra normal mürekkep diye düzeltti) döktüm; kazak kollarım ve gömlek iyice lekelendi. Kazak çıkarmak zorunda kaldım; gömleğin her yanına “band-aid” yapışmıştı. Sonra Ehrhard’la birlikte eve gidecektik ama dolambaçlı bir yola saptık, karanlık bir ahıra geldik. Çok karanlıktı, ilk basamağı göremedim; Ehrhard bu ahırı iyi biliyordu. O sırada bir adam köpeğiyle içeri girdi, duvar birden cam duvara dönüştü, arkasında sebzeler, çiçekler ve alışveriş yapan insanlar belirdi. Ehrhard eve gitti, ben de öyle. Koşarak yukarı, çilingir S.’nin oradan geçerken bir baba ve iki oğlunu bahçede gördüm; kuyu yapmak istiyorlardı, yere bir kazık çakıyorlardı. Birden kabanımın olmadığını fark ettim; üşüdüm, geri dönüp kabanı almaya koyuldum. Birden “Gl.”(eski oturduğum yer) resmi belirdi, “Strenger Bach” denen üst kısım. Regula Z. geldi; ona saati sordum. Bilmiyordu, saati yokmuş. Ellen geldi, onda bir bilek saati vardı; başta çok küçüktü, ama aniden büyüyüp elde taşınacak kadar oldu. Ellen “Saat üç buçuk” dedi. Ben de apar topar eve koştum. Masaya (aniden burası yine Z.’deki evin masası oldu) oturup bir şey anlatmaya niyetlendim; binbir gece masallarındakine benzer iki garip isim söyledim. Kendimi onlardan biri diye tanıtacaktım ki—rüya bitti, uyandım!
Dr. Pitsch:“Rüya aşağıdaki sahnelere ayrılabilir:
Okuldaki sahne,
Ehrhard’la ahırdaki sahne,
Adam ve köpeğin ortaya çıkması ile dönüşüm,
Kuyu yapan baba ve iki oğul,
‘Gl.’deki iki kızla geçen bölüm,
‘Z.’deki evde, masadaki sahne.”
Rüya, “Okul rüyası gördüm,” ifadesiyle başlıyor.
Aslında bütün olarak bakarsak, bu bir “okul” ya da “çıraklık” rüyası.Rüyanın gerçek içeriği: rüya sahibi mürekkep döküyor; önce “Çini mürekkep (Indian ink)” diyor, sonra “normal mürekkep” olarak düzeltiyor.
Çini mürekkebiyle normal mürekkep arasındaki fark, ilkinin (Uzak Doğu’da kullanılan) daha siyah olması, öbürünün daha silik olabilmesi ve biraz çabayla çıkarılabilmesi.Bu, sanki bir tür “yumuşatılmışlık,” ince bir nüans gibi.
Kazağın kolları ve gömleği lekeye bulanıyor.Karanlık bir leke oluşuyor; bu durum belli bir suçluluk duygusuyla bağlantılı olmalı; çünkü cinsel süreçler ve günah (sin) çoğu kez tek bir nefeste birlikte anılıyor.
Rüya gören, kazağını çıkarmak zorunda kalıyor.İsviçre Almancasında, “Es hett eim d’r Ärmel ine gno” diye bir ifade var; yani “Kötü bir şansın oldu,” ve bu kısmen kişinin kendi hatasıdır.Gömleğin her tarafına bir yara bandı (band-aid) yapışmış durumda.
Belki de bu, ergenliğin ileriki safhalarındaki cinsel olaylara dair. Gece boşalması (sperm atımı) gibi düşünelim.Şu kesin ki, bu rüyada mürekkep, yapışkan gömlek ve cinsel süreçler arasında bir ilişki var.Rüya sahibi belli bir suçluluk yükü taşıyor.
Anılan konu “tabu.”Rüyada kazağı çıkarıp çıkarmadığı net değil, ama aniden üşümesi ve kaban araması, üstünün çıplak kalmış olmasını doğrular gibi.Her hâlükârda kazağı çıkarmak, kişinin kendine ait bir parçadan—özellikle sıcak tutan bir giysiden—vazgeçmesi demektir.Bu tür bir örtü, belki bir “anne sembolü” olarak düşünülebilir.
Ergenlik çağına yaklaşan oğlan, gitgide daha “erkekçe” bir hayat yaşayacaktır.Şimdi Ehrhard’la birlikte eve gitmek istiyor. Ehrhard muhtemelen onun bir arkadaşı; rüya görenle adeta “tek vücut,” bir nevi “alter ego.”Ama “uslu” davranılması gerektiği gibi doğrudan eve gitmiyorlar; dolambaçlı bir yol seçiyorlar. Erkek çocuklar çoğu zaman böyle dolambaçlar yapar; bu da endişeli ebeveynleri çileden çıkarır.Hayal güçleri ve keşif merakları onları, evde yemek sofrası hazır olduğunu unutturacak kadar oyalayabilir.Rüya sahibini tanıyorum; tam vaktinde eve dönmek onun pek becerdiği bir şey değildir. Pek “uslu oğlan” değildir, tam anlamıyla “gerçek” bir oğlandır.Hayat okulu zaten hep bir dolambaçtır. Ulaşmak istediğimiz birçok şeye, uzun dolambaçlar sayesinde varırız.
Onlar karanlık bir ahıra geliyorlar; burası zifiri karanlık.Bu karanlık ahır, karanlık orman, mağara ya da “tuvalet” gibi yerlerle eşdeğer. Erkek çocuklara çok cazip gelen, hayal gücünü körükleyen bir mekân.Ahırın içinde, kenarda yukarı çıkan bir merdiven var ama rüya sahibi ilk basamağı bulamıyor; Ehrhard ise kolayca buluyor.Bu, karanlıkta bile doğru yolu bulan “içgüdüsel” yönü (bilinçdışını) simgeliyor.Gerçekte de bu iki çocuk karakteri epey farklı. Bana göre Ehrhard daha dengeli görünüyor.
“İlk adım” (first step) motifi dikkat çekici.Çocukluktan yetişkinliğe giden ilk adımı temsil etmesi muhtemel. Bu adım karanlıkta atılır. En iyisi, doğal ve müdahalesiz atılmasıdır. Sağlıklı çocukta bu pek fazla engellenmeden gelişmelidir. Eğer yapay bir şey dayatılırsa, “ilk adım” kaybolur.
Derken bir adam köpeğiyle içeri giriyor. “Köpeğin zihniyle dünya var olur,” denir Zendavesta’nın en eski bölümü olan Vendidad’da.İlkel çağlardan bu yana, insan köpeksiz düşünülemez; üstelik dünyanın her yerinde.Brehm şöyle diyor: “İnsanla köpek, yüzlerce, binlerce kez birbirini tamamlar; bu ikisi birbirinin en sadık dostlarıdır.Dünyada hiçbir hayvan, insanın dostluğuna ve sevgisine köpek kadar layık değildir. Köpek insanın bir parçası ve insanın mutluluğu için vazgeçilmezdir.”Friedrich Cuvier de “Köpek, insanın yaptığı en dikkate değer, en kusursuz, en faydalı ‘fetihtir’” demiştir.Çakal veya kurt soyundan gelen köpek, gerçekten “kardeş hayvan” olmuştur; sadece konuşamıyor, yoksa pek çok insana denk bir arkadaş sayılabilir.
Ben hayvanlarla çok vakit geçirdim. Bir köpeğin zeki, sorgulayıcı bakışları beni defalarca aptalca bir düşüncemden vazgeçirmiştir ya da kendime kurduğum küçük tahtımdan inmek zorunda bırakmıştır. Köpeğim hep kişiliğimin bir parçasıdır.
Efendisinin dilini bilir, en ufak hareketlerini izler, efendisi üzgün mü sevinçli mi, huysuz mu, anlar. Sevincine, kederine ortak olur. Yaşlı köpeklerin, sahiplerinin duruşunu ve yüz hatlarını üstlendiklerini, hatta bunun tersinin de olduğunu gördüm. Bir köpek tutkunu olarak diyebilirim ki, köpek insanın bir parçası, adeta onun “gölgesi”dir.Birçok ünlü kişi, köpeğiyle birlikte anılır; mesela Büyük Frederick ve Bichée’si, Prens Bülow ve kanişi, Bismarck ve mastifi. Daha az ünlü örnek: emekli komşu ve pinscher cinsi köpeği ya da bir sarhoşla onun sefil köpeğinin birahaneden öbürüne dolaşması gibi.
Dolayısıyla bu rüyada da adamla köpek birbirine aittir.Mitolojide köpeğin önemli görevleri var. Prof. Jung’un “Libidonun Dönüşümleri ve Simgeleri”nde (Transformations and Symbols of the Libido) anlatılır. Köpek cesetleri ortadan kaldıran mezarcıdır; mesela antik Pers’te böyleydi. Orada ölmek üzere olanın yatağına bir köpek getirirler, köpekten bir ısırık alması sağlanırdı (belki köpeği yatıştırmak için). Herakles, Cerberus’u ballı çörekle sakinleştirir. Mithras rölyeflerinde köpek, öldürülen boğaya sıçrar. Cerberus, yaşamla ölüm arasını bekler. Çakal başlı Anubis, İsis’e parçalanmış Osiris’in bedenini toplamaya yardımcı olur; böylece Osiris bu parçaları içine alıp yeniden doğabilsin. Köpek, ölümü kolaylaştırır, dolayısıyla yeniden doğuşa da yardım eder. Bu rüyada da bir adam köpeğiyle geliyor ve onların gelişi bir dönüşüme yol açıyor.
Birlik, uyum, düzenlilik bazen mucizeler yaratır.Adam ve köpek, insanla “daha az bilinçli” yanının (hayvan) uyumlu bütünlüğünü temsil eder. Dikkatli söylersek, bu bilinç ve onun altındaki bilinçdışı arasındaki ahenge işaret eder. İlginçtir, bazen “insani” dediğimiz nitelikler aslında “hayvani”dir. Bu adam-köpek ikilisinde bilinçdışı (evcilleştirilmiş köpek) adeta bağlanmış, bu da bir mucizeye imkân veriyor.
Önceden karanlık ve anlaşılmaz olan, şimdi cam bir duvar haline geliyor; aydınlık beliriyor. Çocuk da burnunu cama dayayan bir ufaklık gibi bakıyor.Rüya sahibi daha önce de “sokak seviyesinin altındaki bir dükkâna” girdiği bir rüyayı anlatmıştı; orada da bu “mühür mumu” çubuklarını içtiği için hastalanmıştı. Bu kez cam buğusu onları ayırıyor; içeriye sadece bakıyor, ama sanki mantıklı davranıp kendisi o mekâna girmiyor. Belki de oradan bir şey almasına şimdilik gerek yok. Bir sürü insanın sebze, çiçek aldığını görüyor. Dönüşüm, gözünün önünde gerçekleşti. Onu ölüme ve yeniden doğuşa götüren “köpek” sayesinde bilinçdışından bilince geçiş oluyor. Doğanın ebedi döngüsünden toprağın ürünleri çıkıp çocuğun önüne seriliyor. Daha önce bir rüyasında saydam bir fare (makrokozmos içinde mikrokozmos) görmüştü. Şimdi de “yaratılışı,” yani sentezi görüyor. Ölüm sonrası çürüyen bedenimiz, yeniden güzellik ve yarar üreten toprağa dönüşüyor, böylece hayat tekrar başlıyor. Karanlık ve ilk adım aşıldı.
Sonra “Ehrhard eve gitti, ben de öyle” deniyor. Yani yolları ayrılıyor. Rüya sahibi aceleyle çilingir S.’nin evinin önünden geçiyor. Çilingir ve demirci (smith) arketipsel simgelerdir; yetişkinler için gerileme (regresyon) anlamı taşıyabilir, ama çocuk için “kara adam,” “öcü” gibidir. Sonra daha yüksek bölgelere ulaşıyor. Çok geçmeden yine bir sahne: Bir baba ve iki oğul (yılanı olmayan bir Laokoon grubu gibi) kuyu açmak istiyor. Daha önce “üç” rakamından bahsetmiştik. Rüyadaki metinde “Kuyu yapmak istiyorlar” diyor, “Yere kazık çakıyorlar.” Burada tıpkı mühür mumu çubukları gibi fallik bir sembolle karşılaşıyoruz.
“Eril olan,” Toprak Ana’ya gömülüyor; bir kaynak, bir kuyu oluşuyor. Mitolojide benzer fikirler yaygındır. Wotan, Baldur, Büyük Karl (Charles the Great) da böyle sular fışkırtır. Bastonun ya da at toynaklarının darbesi, topraktan su çıkarır. Bir Aziz dalı toprağa sokuverir, Pegasus toynak darbesiyle Helikon’daki “hippukrene”yi doğurur. Rhea, Arcadia’da bir kaynak yaratır, Musa da susuz İsraillilere değnekle su çıkarır. Eski Aşağı Almanca (Old High German) “Unsparing” (kaynak) “fışkıran, sıçrayan şey” demektir. Yani o değnek, toprağı kaynatır. Rüya sahibi, sembolik bir dille üreme eylemini görüyor.
Ama şimdi “bilgi ağacı”ndan yediğini ve “çıplak” olduğunu fark ediyor. Korkuyor ve üşüyor, gerçeğin soğukluğunu hissediyor. Ceketini almak zorunda. Tekrar annevari bir örtüye bürünüyor. Hemen bir “abaissement du niveau mental” (zihinsel düzeyin düşmesi) yaşanıyor: birden kendini çocukluğunun geçtiği Gl.’de buluyor, “Strenger Bach” denen, daha tam bir nehire dönüşmemiş, taştan taşta çağıldayan suyun olduğu yerde. Normalde orada değil, şimdiki evde bulunması gereken Regula ve Ellen adlı iki kız oraya geliyor.
Ressam Thoma, “Hasret” adlı güzel tablosunda, bir kadın bedeniyle bu duyguyu gösterememişti. Kadın, erkeğe kıyasla Toprak Ana’yla daha sıkı ilişkili. Daha az “yüksek” katmanlarda süzülür. Bu kızlar da, çocuğu “gezintisinden” geri getirmek zorunda olan “anima” figürleri. Rüya sahibi onlara saati soruyor.
Regula ile Ellen’ı iyi tanıyorum, iki kız kardeş. Regula iri, miskin, yavaş, uykulu; her zaman geç kalır. Ellen ise tam tersi: atik, keskin, her an hazır, belki Regula kadar sevimli değil. İki ayrı mizaç. Rüya sahibi saati sorunca, Regula’da saat yok. Ama Ellen’da var; acayip, başta çok küçükken aniden büyüyüp elde taşınması gerekcek kadar oluyor. Rüyada bir şeyin doğallık sınırlarını aşacak kadar büyümesi dikkat edilmesi gereken bir semboldür. Saat, insana “zamanın akışını” hatırlatan bir araç, günü düzenler ve görevlerimizi belirtir. “Çan senin için çalıyor, anlarsın,” denir. Rüyada abartılı şekilde kocamanlaşan bu saat, “Saat üç buçuk” diyor. Anima figürlerinden biri, korkuya kapılmasına neden olacak şekilde ona “Saat üç buçuk” olduğunu hatırlatıyor. İki kız da çocuğa aslında “Z.”de (yeni ev) olması gerektiğini anlatıyor. “Üç buçuk” rakamını net yorumlamak kolay değil. Salt “somut anlamda saat” olarak mı alacağız, bilmiyorum. Sayı sembolizmi özel bir alandır. Prof. Jung’un “Beitrag zur Zahlensymbolik” (Sayı Sembolizmine Katkı) makalesine işaret edebilirim.
Rüyada çıkan rakamların kökenine inmek sıkça zor olur. Bazen en bariz şey en sonda fark edilir ve daha kesin bir yorum için rüya sahibinin çevresini çok iyi bilmek gerekir.
Bir örnek: Bir rüyada yolculuk ve tren garı önemli yer tutarken 2.10 ve 2.30 rakamları görülmüş. Ne şekilde çözüm aransa da olmadı. Sonradan 2.10’un yerel tren istasyonunun telefonu, 2.30’un da “Üç Kral” (The Three Kings) isimli hanın telefonu olduğu anlaşıldı. Bu bağlantı kurulduğunda, rüya sahibi bu numaraları bilinçli olarak bilmiyordu.Önceki rüyayla uyumlu olarak, rüya sahibi yine (sıkça olduğu gibi) öğle yemeğine geç kalmış belli ki. Koşarak eve döner, yani suçluluk duygusuyla… Şu ana dek yaşananlar adeta dramatik biçimde çöker, çünkü evde, babanın masasında yeri bellidir. Henüz gençken, bağımlıyken oradan uzaklaşılamaz. Orada muhtemelen pek hoşnut olmayan ebeveynlerine hikâyelerini anlatmak ister, belki dikkatlerini dağıtacaktır—onun tipik davranışı bu. Ama anlaşılır bir şey söyleyemez, tuhaf bir dil sürçmesi yaşar.
Sadece “Binbir Gece Masalları”ndan çıkma gibi iki garip isim diline gelir; başkalarını aptal yerine koymamak için saklamayı tercih eder. Belki kendini Alaaddin’le özdeşleştirir, bir teselli olarak: “Bir hiçten bir ‘kral’ da olabilir.” “Binbir Gece Masalı”nın çoğunun sonunda mutlu son vardır. Kısmen utanç duyar, kısmen teselli bulur.
Prof. Jung:“Çini mürekkep lekeleri kazara olur. Burada karanlık, opak bir şey söz konusu; insanın ceza alabileceği bir şeye de dönüşebilir. Bu, ergenlik sırrıyla ilgilidir; o sırrın o dönemde kendini yavaştan göstermesidir. Bu normaldir ama elbette bir öncü işaret niteliğindedir.
‘Band-aid’ (yara bandı) meselesi: Bu rüya artık arkaik malzemeyle tek başına açıklanamaz. Çünkü malzeme, çevreyle kişisel ilişkilerle yer değiştiriyor. Bunlar, beklenebilecek normal olgular; düzenli olarak görülürler. Çocuk öyle bir yaşta ki, mitolojik durumların arkaik dünyası yavaş yavaş geri çekilir, figürler de günlük hayatta karşılaştığımız kişilerle kaynaşmaya başlar. Eskiden gördüğümüz üç genç kadın, şimdi daha az arkaik figürlerce, iki kızla yer değiştirmiş. O genç kadının ‘üçlülüğü’ (three-ness) şimdi babayla iki oğulda, yani daha erkeksi bir görünüme bürünüyor. İki rakamı ‘kadınsı,’ yani çift sayı olarak kızlar için daha uygundur.
Hirslanden Kliniği rüyasında ‘küçük çocuklar, çocukluk’ kurtarılamamıştı. Şimdiki rüyada, çevreyle kişisel ilişkiye dair bir tema var. Aslında rüyayı derinlemesine analiz etmek için, rüya sahibinin kişisel çağrışımlarına ihtiyacımız var. Onu gerçekten sorgulayıp, rüyayı etraflıca ele almak gerekse, oğlanın kendisinin konuşmasını sağlamalıyız. Eğer bu bir yetişkinin rüyası olsaydı, sadece arkaik malzemeye paralel bakmakla yetinmememiz gerekir(—ancak tam anlamıyla ‘büyük,’ yani mitolojik bir rüyadaysak bu olabilir; çünkü o durumda kişi genelde hiçbir çağrışım sunamaz).
Mesela band-aid (yara bandı) çok modern bir imgedir.
Muhtemelen ‘yapışma’yı temsil ediyor; bir şeyi bir şeye yapıştırma. Rüya sahibi daha fazla kişisel deneyime sahip değil, hâlâ küçük; ama bir yaranın üstüne yara bandı yapıştırmayı biliyor. Yapışma (stick) ve kolayca çıkarılamama olayı, lekeleri de (ink blot) çağrıştırır. Konuşmacının belirttiği gibi, bunlar cinsel alana gönderme yapıyor.
Maceralara beraber atıldığı Ehrhard’a gelince: yine hangi tür çocuk olduğunu bilmek gerekiyor. Rüyadaki rolü, belki de biraz daha dengeli, daha olgun bir kişiliği gösterebilir. En azından rüya sahibinin, arkadaşına bir önder (lider) ve ideal figür olarak baktığını varsayabiliriz. Her sınıfta genelde bir ‘lider’ vardır—kavgaya giren, öne çıkan vb. Şov yapmayı seven biridir, hep sahnede olmaya yatkındır. Bu lider tipleri rüyalar ve fantezilerde sık görülür; kızlarda da benzeri vardır. Ona birçok şeyi yakıştırırız; kendimizin asla cesaret edemeyeceği ya da aklımıza gelmeyeceği her şeyi bu kahramanların sırtına yükleriz. Böylece söylenti yayılır, her türlü muhtemel (hatta imkânsız) davranış bu ‘kahraman’a atfedilir.
Sanırım bu oğlan Ehrhard da böyle bir rol oynuyor. Rüya sahibinin içinde ‘daha olgun, deneyimli’ biri gibi duruyor; ‘işin sırrını’ biliyor. Annesinden edindiğimiz bilgiye göre, Ehrhard rüya sahibinden bir-iki yaş büyük. Çocukların da kendi içlerinde gelecekteki kişiliği taşıdığını akılda tutmalıyız; önümüzdeki yıllarda olacak varlık, şimdiden bilinçdışı biçimde orada, henüz yaşanmadığı için potansiyel hâlinde. Çocuklar gelecek bir ‘yarın’da yaşıyor gibidir ama bunun pek farkında değildirler. Bu figür potansiyel olarak mevcuttur, doğal olarak dışa (başka birine) yansıtılmış bir hâlde.
Bu durumu patolojik vakalarda daha net görürüz; kişi çizgisinin altında kalmıştır. Yani kendinden birkaç yıl geride ‘yaşıyor’; yirmi yaşında biri, bilincinde on beş yaşında davranır. Ama ikinci kişilik de oradadır, hattâ yaşanmıştır, fakat bilinçdışı olarak. Böyle insanlar daha olgun biriyle takılır, olgun kişiye tutunur; kendi olgunluklarını yaşamak zorunda kalmamak için. Bu nevrotik bir durumdur.
Çocuklarda rol model taklidi normal ve gayet yerindedir. Henüz tam anlamıyla ‘kendine özgü’ (orijinal) olamazlar; olgun kişilik değildirler, hayat yollarını deneyerek ararlar. Bunu lider kişilerin elinden tutarak yaparlar. Yirmi yaşa kadar ideal figürlere sarılmaları normaldir. Sonrası daha zor. Bazı durumlarda patolojik yetersizlikler belirir. Ama insanların çoğunun henüz olgunlaşmamış ve bağımsızlıktan yoksun olduğunu düşünürsek, liderleri olmaları onlar için iyidir.
Ahırın yorumu hakkında: Bir bağlantıyı, ‘İsa’nın ahırda doğması’ şeklinde kurmak biraz fazla zorlama olur. Oradaki motif, öküz ve eşek arasında dünyaya gelmek, ‘hayvanların dünyasında doğmak, onlar gibi alçak olmak’ manasını taşır. İsa’nın doğduğu yer bir mağaradır ve Bethlehem’deki bu mağara hâlâ ziyaret edilir. İnsanlar bugün de kısmen hayvanlarıyla birlikte mağaralarda yaşar. Bu son derece arkaik, insanlık tarihinin derinliklerine giden bir durum. Mağara, barınmanın en ilkel şeklidir. Kurtarıcı, hayvanların arasında doğar. Bu sembolizm, İsa’nın hayatının sonunda da tekrarlanır: en alçak kimseler olan haydutların arasında ölür. Ayrıca en ‘düşük’ doğum sayılabilir: yasadışı bir doğum. Ama bu, en anlamlısıdır; alçak, kederli insan yaşamı, aşağılarda başlayıp orada biter—ama en yüce semboldür. ‘Ahırdan geldiğini unutma,’ der.
Gnostik olduğu söylenen bir büst var, “sotér kosmú” (dünyanın kurtarıcısı); çifte bir formu vardır: ‘sotér’ (kurtarıcı) ve ‘phallus.’ Gelişimimiz bilinçdışında başlar. Bunu fark etmezsek, hayvan dünyasından geldiğimizi unuturuz. O zaman iki boyutlu, derinliksiz bir dünyada yaşadığımızı sanırız—gazete dünyası gibi, kâğıt dünyası gibi. Beden hayvandır, beden ruhumuz da hayvan ruhu. Bunu unutmamalıyız. En büyük zorluk: tamamen bilinçsiz hayvan ruhundan, yüksekliğe çıkmamızı sağlayacak merdivenleri bulmaya çalışmak. Pueblo Kızılderililerinin bir mitik imgesi vardır: İnsanlığın gelişiminde biri diğerinin üstünde olan mağaralardan geçmemiz gerekir. Biz mağara insanlarının torunlarıyız ve içimizde mağara dünyasının ölümsüz bir hafızası var. Çini mürekkebinin kara lekeleri, o mağara dünyasının, bilinçsiz kaldığımız dönemin karanlık anılarıdır. Hayvan ruhunun kaçınılmaz içsel gelişimi, insan yaşamında büyük, karanlık lekeler yaratır; “Yorgun dünyaya bizi geri götürürsünüz, Günaha kayıtsız bırakırsınız...” gibi.
Bu bilinçsizlikten kurtulmak gerekir. Çocuk/Lider Ehrhard, yukarı yolu gösterir; sonrasında cam duvar belirir ve her şey şeffaflaşır.
Cam duvar tipik bir semboldür; sıkça rastlanır. Nesneyle duygusal açıdan kopuk olduğunuzda bu imge gerekir: Görürsünüz ama arada bir cam vardır, temas yoktur. Rüya sahibi, artık o yeraltındaki mühür mumu çubuklarının verildiği dükkândan ayrılmış gibidir. Arada mitolojik/arkaik dünyayla kendisi arasında bir “duvar” vardır. Çiçekleri, sebzeleri görür. Çiçekler genelde duyguyu temsil eder; sebzelerse hafif erotik çağrışımları. Ahırda yetişkin biri lider olarak girmeliydi; işte adam ve köpek. Adam, köpeğin efendisi, köpek de ona itaat ediyor. Bilinçdışı doğru şekilde bütünleşmiş. Adamla köpek bir birlik, tıpkı atla binici gibi. Adam bilinçtir, köpek de ona uyar (ya da at onu taşır). Hayvan bilinçdışıyla ilişkinin ideal çözümü budur.
Pers’te köpek, ölünün yoldaşıdır. Ona ekmek vermek bir ritüeldir: bedeni değil de ekmeği ye, ruhumu parçalama, ama yeraltı dünyasının çölünde (Hades’te) kılavuz ol bana. Mısırlıların çakal tanrısı Anubis, İsis’e Osiris’in parçalarını toplarken yardım eder. Bu çakal, Osiris ile Nephtys’in oğludur. İsis ile Nephtys, karakter olarak ayrıdır. İsis, bitkilerin yararlı tanrıçasıdır; Nephtys ise Hathor’la özdeş görülür, sonrasında Venüs/Afrodit olur. Onun şüpheli bir yönü vardır; bu yüzden Osiris’in karısı değil, Osiris’in kötü kardeşi Set/Typhon’un karısıdır—Osiris’in gölgesini temsil eder. Ufak bir yanlış anlamayla Nephtys, Osiris’ten hamile kalır ve çakal tanrı doğar. Yani ‘kardeş köpek,’ tanrılardan türemiştir. Simgesel bakımdan, bilinçle bilinçdışı arasındaki (hatta bilinçdışının olumsuz tarafıyla bile) ilişkiyle doğmuştur. O yüzden insan, karanlığı döleyemiyorsa bilinçdışıyla iyi bir ilişkisi yok demektir. Bu, ancak bir “yanlış anlaşılmayla” olur—üzerinde düşünmeye değer!
Çilingir: aslında demirciyi (smith) temsil ediyor. Büyücülük yapan kara adam, ateşle uğraşan, sırrın ustası, yeraltında çalışan gizemli biri. Sıklıkla şeytanı simgeler.
Baba ve iki oğul: Laokoön ve iki oğlu akla geliyor. Laokoön fazla yaklaştığı deniz (bilinçdışı) tarafından, yılan biçiminde, ele geçirilir. İlkel/cinsel açıdan: erkek dişi tarafından esir edilir (coitus). Soyut anlatımla: bilinçdışı bilinci bastırır. Temel nokta, “üç” sayısı; rüyanın gidişatında sıkça vurgulanan “saat üç buçuk” meselesi de var. Bu da ‘daha saat tam üç değil, oraya yarım saat var’ demek olabilir. Dünya genelinde üç rakamının “eril” anlamı var; erkeğin anatomisine bağlı. Üç henüz tamamlanmamıştır; olgun meyve, cinsel olgunluk yoktur. Toprağa kazık çakarak kuyu çıkarmak, dölleme eylemini imler. Bu, tarlayı döllemeden, fallik sabana, bereket tanrılarının tarlayı bereketlendirmesine dair çok sayıda geleneğe benzer. Priapos da aslında sadece bir incir ağacı kazığıdır. O, ithifalikk Hermes’tir—basit bir odun direk formunda. Megalitik dönemde de var; menhir de fallik anlam taşır. Uzak geleceğe uzanan bağlantılar hissetmek ürkütücü. Bu keşifler ‘soğuk bir ürperti’ yaratır. Hayaletler belirmeden önce hep bir soğuk rüzgârdan bahsedilir: “Keskin ruh dişleri kuzeyden bastırıyor.” Bedeni olmayan bir varlığın ortaya çıkışına soğuk, hayaletimsi bir cereyan eşlik eder.
Biri bizi zihinsel olarak aşina olmadığımız bir bölgeye sürükleyince, “zihnin buz gibi dorukları” ya da “soğuk bir adam” deriz. Bir şey abartıldığında, hemen “soğuk” diye düşünürüz. İnsanî biçimde empati kuramadığımızda, içimiz üşür ve hüzün kaplar. Kafamızın almadığı bir fikrin yarattığı ürpertiyi hissederiz; yeni, uç fikrin delirtebileceğinden korkarız; bu korkuyla beraber soğuma gelir. Tüylerimiz diken diken olur, el ve ayaklar buz keser. Rüya sahibi de buna benzer hislerle kabanını giyiyor. Onu titreten şey, geleceğe dair bir öngörü, kendisinin orada henüz bulunmadığı fikri. Kaban koruyucu, ısıtan bir örtü. Kendini kabana sarmak, dişil ve annevari bir güven ortamına dönmek demek.
Anne temsili burada Regula ve Ellen, iki kız kardeş. Yine Osiris’e benzer bir durum! Rüyada bu iki kız, zıt karakterler (ailesinden gelen bilgiye göre), çoğunlukla kız kardeşlerde görülen tamamlayıcı farklarla.
“Isis ve Nephthys, Osiris’in iki kız kardeşi” arasındaki zıtlıktan daha önce söz etmiştik. Rüyadaki iki kız, bir saate sahip ve bu saat gitgide büyüyor, ağırlaşıyor.“Ağır” kelimesi Latince gravis ile örtüşür; ciddi, zor bir konuyu ifade eder.“Bu mesele çok ağır (weighty)” gibi ifadeler, önemli ilişkileri anlatır.
Saat şişiyor (swells). Onu cinsel anlama indirgersek, erken “şişme” (intumescence) duyumları diye yorumlanabilir. Ama bu aynı zamanda önemsiz bir konunun nasıl “ağırlaştığını” anlatan bir resimdir (Faust’ta olduğu gibi: “Elimde büyüyor! Parlıyor ve ışıldıyor!”).
Christophorus efsanesinde, minik çocuk (Mesih) giderek dev için fazlasıyla ağırlaşır, çünkü dev, evrenin kralını taşımaktadır. Benzer şekilde Mahabharata’daki bir efsanede, (tanınmayan) Hanuman öyle ağırlaşır ki, bir tanrı bile onu kaldıramaz.
Peki saati bu kadar ağır yapan nedir?Bu, “zaman” sorunudur; zamanla birlikte önem kazanan bir sorun. İki kız, “Osiris miti”ndeki iki anima figürüdür. Bu anima, pozitif/etkin yan ile negatif/pasif yan şeklinde ikiye bölünmüştür.
Saat, ileriye çok uzaklara bakan bir şeydir; içimizde taşıdığımız bir saat, yani “Benlik” (Self). Demir bir çark, kader makinesi gibi. Küçücük bir bilek saati! Ama kaderin rahminde taşıdığı “zamanı” gösteriyor.
Bir mandala gibidir, kaderin dinamizmini temsil eder; göklerin saati, Zodyak (burçların yer aldığı gökyüzündeki 12 ev). Kader orada yazılıdır ve insanlığın kadimden beri buna inandığı söylenebilir.
Bu iki anima figürü, kaderi taşıyorlar. Onlar, bilinçdışının “bize özgü kaderi” elinde tutan tezahürleri. Kadın, erkeğin kaderidir. Erkek onda, kendini doğuran “anne”yi ve kendine yeniden doğuş veren “sevgili”yi görür—ancak o zaman iki ayağıyla dünyada durabilir. Aksi hâlde havada asılı kalırız. Kadın olmadan hiçbir yerde değiliz, sadece havadayız, kökümüz yok.
Bu nedenle “histeri” (hysteria) kelimesi, Yunanca ὑστέρα (rahim) sözcüğünden gelir. Rahim, duygulanma hâllerini tetikleyebilir. Rahim, anne ve aynı zamanda bilinçdışıdır; oradan çıkarız ya da sevgiliye, onda anneyi görerek bağlanırız. Aşık olmak çoğu kez anne projeksiyonudur. Bilinçdışı, bize kadın suretinde yaklaşır; bilinçli zihnimiz “bir bilinçdışı faktörce büyülendiğimizi” fark etmez.
Bizim rüyamızda da yine bu iki kız kardeş, saatin asıl sahipleridir; anne yönleri, bilinçdışıdır. Bu saat tehlikeli biçimde genişleyebilir, çünkü bizi de içinde taşıyan bir zaman ya da saat söz konusudur. Zodyak’tır, içimizde taşıdığımız “yıldız saati,” doğuştan gelen kaderci özellikleri gösteren.
Çocuk kaygılanır; büyük ve ağır bir şey yaklaşıyor ve “saat üç buçuk” olduğunu öğrenmeye zorlanır. Zamanı kaybetmiştir; neredeyse “üç” olmuştur, yani ergenlik kapıdadır. Kadervari bir şey yaklaşır; kaygı, normal tepki, gelecek korkusudur.
Hemen eve, babanın evine koşar—sarsılmaz baba durumuna döner. Hesap vermek zorundadır; ama anlatamaz. Yeni deneyimleri dile getiremiyor, ya da “Binbir Gece Masalları”yla ve binlerce uydurma adla gizliyor ki, kendini ifşa edip “eşek” konumuna düşmesin.
Bu yüzden de anne ve baba, “annevari ahır veya babaya ait sofra” gibi çelişkili göndermeler görürüz. Çocuğun, ya babaya ya anneye tutunma ihtimali var. İkisini de dener. Kimi gün baba, kimi gün anne, ya da arkadaş, öğretmen, kardeş, abla veya bir masal kahramanı. Henüz sabit bir merkezi veya bakış açısı yok. Bu çocuk için normaldir. Kimi zaman baba, kimi zaman anne. Yeni deneyimler, henüz bilinçte özümlenemez, çünkü ergenlik gelmemiştir. Bu yüzden rüya “karanlık” gösterir.
Bu rüyanın gerçek önemi, ergenliği müjdelemesindendir. Bilinçdışı, cinsel biçimleri ve içgüdüleri sergilemeye başlıyor, fakat henüz bilinçli olamıyorlar. Bu yüzden rüya, cinsel imgeleri henüz “daha eski bir aşama” (beslenme işlevi) şeklinde sunar; ya da anne-baba imgeleri getirir. Gerçek cinsel imgeler örtülü kalır ki çocuk onları çıplak hâliyle göremesin.
Ama anlamı açık: yarım saat daha “çocuk” olunabilecek, sonra saat üç olur ve ergenlik başlar. O noktada çocuklukla ve anneyle kopuş gerekebilir. Baba da bir seçenek ama o da belirsiz. Son durak “Binbir Gece Masalları” veya başka bir fantezi; bilinçdışı orada saklanır.
Ergenlikte çocuk, cinsel imgeleri olduğu gibi görmeye başlayabilir ya da başlamak zorundadır. Bu önemli bir dönemeçtir; her zaman bir gerilim, korku ve gelecek endişesi taşır—rüyadaki soğukluk ve “Saat kaç?” sorgusu bunu yansıtır.
Dolayısıyla rüya oldukça önemli ve bu yaş için tipik. Herkes bunun bir versiyonunu yaşar; kiminde daha gizli olabilir. Burada çocuğun bilinçdışı eşiği düşük olduğu için rüya bu kadar canlı. O, bu fantezileri kolayca deneyimliyor.
“Bilinçdışına geçiş eşiği”nin düşük veya yüksek olmasından söz ederiz; yani bilinçdışı malzemenin bilince ne kadar kolay (veya zor) çıkabildiğini kastederiz. Eşik çok yüksekse, bilinçdışı içerik aşağıda kalır. O zaman “sağlam,” etkilenmeyen, dirençli, ama belki daha kaba, hayal ve “ruhsal” olana yabancı bir tip görürüz.
Eşik çok düşükse, hayat hakkında yanılsamalar, moral veya cinsel konularda yanılsamalar, çeşitli yanlış anlamalar ortaya çıkar. Her iki aşırılıkta da sorunlar yaşanır. Bu eşik genelde soyaçekimle ya da mizaca bağlıdır. Bir oğlanda bu durum anne, baba veya büyük ebeveynlerden miras alınıp ortaya çıkabilir. “Gizemli halayı (veya teyzeyi) almış,” diye söylenir bazen.
Bu rüyayı “patolojik” sanmamalıyız; normal bir rüyadır. Tek fark, başka çocuklarda eşik o kadar düşük değildir, rüya belirmez veya hatırlanmaz.
Çocuğa belirli ahlakçı yanılsamaları dayatmamak gerekir. Çünkü yanılsamaları dışarıdan baba ya da öğretmen değil, bilinçdışı üretmelidir. Dışarıdan çocuğa zorla yüklenen yanılsamalar zararlıdır. Oysa çocuk kendi yanılsamalarını mutlaka edinecektir. Onlar kendiliğinden, bilinçdışından çıkar. Eğer dışarıdan empoze edilirse, bir yerde bozulur ve sıkıntı yaratır.
Dolayısıyla rüya patolojik değildir. Bu yanılsamalar, çocuğa normaldir. Çocuğun tabiatına uygun yanılsamalar sorun çıkarmaz. Zorla empoze edilen yanılsamalar sorun üretir. Bu rüya, tam da bu nedenle normal bir olgudur ve bu yüzden bizim için çok değerlidir.
Carl Gustav Jung ve psikolojisini eğlendirerek öğreten ve dünyada tek olan bir roman serisi olduğunu biliyor muydunuz? Daha fazla öğrenmek için lütfen tıklayınız.

Comments