Please Enable JavaScript in your Browser to Visit this Site.

top of page

Carl Jung Rüya Analizi Semineri Konferansı– 6 Şubat 1929


Carl Jung Rüya Analizi Semineri Konferansı– 6 Şubat 1929


Carl Jung Rüya Analizi Semineri Konferansı III – 6 Şubat 1929


Konuşmama, hastanın çizimine tekrar dikkatinizi çekerek başlamak istiyorum; çünkü analizinde çok önemli bir yere sahip. Analizin tüm gidişatının ve amacının ilk belirtisi bu. Tasarımın (desenin) her ayrıntısına giremeyecek olsam da, bazı genel fikirler verebilirim. Birbiriyle iç içe geçen iki hat (kurs) var. Bir yerde buluştukları noktada başka bir hat başlıyor, bir spiral oluşturuyor ve tasarımın merkezinde son buluyor.


Hasta buna “labirent” diyor ve bu irrasyonel buharlı silindir yolunu (steamroller yolu) analizin seyrine benzetiyor. Rüyalarda ortaya çıkan tüm malzeme konusunda daha az kafa karışıklığı hissettiği için bir rahatlama duyuyor. İlk rüyalar sıklıkla bunu yapar. Analiz hakkında bir fikri vardı (yanlış bir fikirdi)—sanki bir kök komplekse ulaşmaya çalışıp sonra onu çekip çıkarmak gibi... Bu düşüncesi analizle uyuşmuyordu, bu yüzden kafası karışmıştı; rüyadaki kafa karışıklığı da çizimde ifade buldu.


Bu çizimde, labirent oluşturan hatlar bir hedefe varmıyor; tamamen irrasyonel, birbirinin içinden geçen ve sonu olmayan bir karışıklık. Ben ona, tasarımın simetrisine dikkat etmesini söyledim, ama onun bunun neye işaret ettiğine dair bir fikri yoktu. Eğer bu resmi bir Doğulu filozofa gösterseydim, “Evet, biz bunun ne olduğunu biliyoruz; bu bir mandala,” derdi. Ama Batı’da böyle figürleri kavrayabilecek bir anlayışımız yok. Bunu “büyülü bir çember” olarak adlandırabilirdik. Batı Avrupa’da bu tür birkaç örnek var. İngiliz koleksiyonundan British Museum’da bir örnek bulunuyor; ayrıca Prof. Wilhelm, yakın zamanlarda bana bir Taoist manastırdan gelen bir tanesini gösterdi.


Bu şekli analiz ettiğinizde, dört bölüme ayrıldığını görürsünüz; çoğu zaman merkezde bir kare olur, içinde bir daire bulunur ve bu dört bölüm daha fazla alt bölümlere ayrılarak sekiz ya da daha fazlasına genişleyebilir. Doğulu bir mandala meditasyon için kullanılır. Bizim “meditasyon”dan anladığımız şey ise çok farklıdır. Örneğin, Katolik Kilisesi’ndeki Loyola egzersizleri vardır. İnsanlar belli konular üzerine düşünürler, dogmatik bir imge zihnin belli bir amaca doğru yoğunlaşmasına yardımcı olur.


Mandala, Batı’da da bilinmeyen bir şey değildir. Sık rastlanan bir biçim, merkezde İsa ve dört köşede dört İncil yazarı—melek, kartal, öküz ve aslan—bulunan mandaladır; bunlar Horus’un dört oğlu gibi dizilmişlerdir. Horus miti olağanüstü bir rol oynamıştır ve henüz tam olarak açıklanabilmiş değildir. Bu mitin içinde Horus, gözünü, kötüyü gören babasının kör olmuş gözünü iyileştirmek için ona vermiştir. Horus, gün ışığını (ışığı) geri getirir, babasının görme yetisini onarır; dolayısıyla kurtarıcı rolündedir. Göz de bir mandaladır.


Norman sanatında, el yazmalarında mandalalar vardır; Köln Katedrali hazinesinde, yaklaşık 1150 tarihli bir tane mevcuttur. Meksika’da ünlü Takvim Taşı (Calendar Stone) bir mandaladır; merkezde bir yüz vardır ve etrafında dört kule benzeri form dizilmiştir. Tümünün çevresinde bir daire vardır ve takvim hesaplamaları da bu dairenin kesişimlerinde yer alır.


Rüya sahibinin çizimi, analizinin nasıl devam edeceğini gösterir ve aynı zamanda onu odaklamak (konsantre etmek) için bir araçtır. Bir Taoist rahip, bir mandala üzerinde meditasyon yapıp yavaş yavaş libidosunu merkeze yoğunlaştırdığında, “merkez”in anlamı nedir? Bilincin merkezi egodur, ama mandalada temsil edilen merkez ego ile özdeş değildir. Bilincin dışındadır, bambaşka bir merkezdir. Saf insan onu uzaya, dışarı bir yere yansıtır; “bir yerlerde dışarıda” der. Bu egzersizin amacı, rehber rolündeki unsuru egodan uzaklaştırıp bilinçdışındaki bir “ego-dışı” merkeze kaydırmaktır ve bu, analitik sürecin de genel amacıdır. Bunu ben icat etmedim, bu şekilde olduğunu fark ettim. On yıl önce bu resmi görsem, ne anlama geldiğini bilmezdim.


Belirli bir noktaya kadar, bilinçli ego merkezdedir, rehberlik eden unsurdur; fakat hayatın ikinci yarısındaysak, başka bir merkeze gerek duyulduğu anlaşılıyor. Ego, benim bilincimdeki alanla sınırlıdır; ama ruhsal (psişik) sistem çok daha geniştir ve bunun nereye kadar uzandığını bilmiyoruz. Dünya nasıl Güneş sisteminin merkezi değilse, bizim egomuz da psişenin merkezi değildir. Ego-bilinç dışındaki bir merkez yaratabilirsek, bu merkez, bizim egomuzdan daha gerçek olabilir. Ama bu konuda derine dalarsak iş karışır.


Pueblo Kızılderilileri de mandalalar yaparlar, Doğu’dakilere benzer şekilde kum resimleri (sand-paintings) kullanırlar. Belki de Puebloların Doğu kökenli olmalarının kalıntılarıdır.


Bir sonraki rüya [4], ertesi gecenin rüyası:

Hasta anlatıyor:

“Bir vagonda bir çeşit kafesim var, aslanlar ya da kaplanlar için kullanılabilecek bir kafes. Kafes, farklı bölmelerden oluşuyor. Bir bölmede dört küçük civcivim var. Onları dikkatle izlemem gerekiyor, çünkü kaçmaya çalışıp duruyorlar; fakat bütün çılgınca uğraşlarıma rağmen arka tekerleğin yanından kaçmayı başarıyorlar. Ben de onları elime yakalayıp kafesin başka bir bölümüne koyuyorum, en güvenli olduğunu düşündüğüm yere. Orada bir pencere var ama bir sinek teli (fly-screen) ile kapatılmış. Telin alt kenarı tam düzgün sabitlenmemiş, ben de hayvanların kaçmasını engellemek için alt kenara taşlar koymaya karar veriyorum. Sonra civcivleri, kenarları pürüzsüz ve yüksek olan bir leğenin içine yerleştiriyorum; oradan çıkmalarının zor olacağını sanıyorum. Leğenin dibindeler ve bakınca birinin hareket etmediğini görüyorum; onu fazla sıkmış olabileceğimi düşünüyorum. Tavuk ölmüşse yenmez, diyorum. Onu izlerken hareket etmeye başlıyor ve bir kızarmış tavuk kokusu alıyorum.”


Onun pek az çağrışımı var.

Kafes: “Sirklerde vahşi hayvanlar böyle kafeslerde tutulur. Biz insanlar da düşüncelerimizin bekçisiyiz ve onlar kaçarsa yeniden yakalamak çok zor olabilir.”

Kendi kendine soruyor: Acaba kuşlar düşünceleri mi, duyguları mı temsil ediyor; özgürleşmeye çalışan, onun ise geri tutmaya çalıştığı psikolojik faktörler mi? Onları çok sıkarsam ölebilirler ve artık yenilemezler. Fakat onların hayvan olmaları, içgüdüsel bir şeye işaret ediyor gibi.

Arka tekerlek: Bir otomobilde bu çok önemli bir parçadır, çünkü hareket sağlayan kısımdır ve araç için vazgeçilmezdir.


Dr. Jung: Size özellikle önemli gelen ne var?


Dr. Binger: Dört sayısı. Kendisiyle mandala hakkında bir şey konuşmuş muydunuz?


Dr. Jung: Hayır, özellikle değil.

Dört sayısı, Pisagor felsefesinde çok önemli bir rol oynar. Mistik dört, var olan her şeyin özüdür, temel sayıdır. Çoğu mandala, dört sayısına dayanır. Sıradaki konu ne? Bu küçük hayvanlar neden hep kaçmaya çalışıyor ve onu, hepsini bir arada tutmakta böylesine zor durumda bırakıyorlar? Özellikle, eğer bunlar mandalayı simgeliyorsa, bu daha da garip olurdu.


Dr. Schlegel: Açıkça onun kişiliğindeki bölünmeyi (dissociation) temsil ediyorlar.


Dr. Jung: Bireyselliği (individuality), kişilik değil. Onun içinde, konsantrasyona karşı savaşan bir şey var.


O açıkça kısıtlamadan (constraint) bıkmış durumda.

Bu, ayrışmasının (dissociation) sebebi; konsantrasyondan yeterince nasibini aldığını düşünüyor ve kendini daha fazla bir arada tutmaktan nefret ederdi.

Bilinçdışı ona, bu hayvanları bir arada tutma sürecinde olduğunu gösteriyor; dolayısıyla, bilinçdışı onun bireyselliğini (individuality) bir arada tutmasını açıkça istiyor.

Direnci, yanlış bir benzetmeden (analogy) kaynaklanıyor.

Bu “bir arada tutma”nın onun günlük hayatına benzediği sonucuna varabiliriz ama rüyada bunu gösterecek bir şey yok.

Onun bireyselliğin merkezine odaklanması gerekli.

“Bu, sıradan hayatındaki kısıtlamayla tamamen aynı” demeye kendimi pek yetkili hissetmiyorum; o, ego merkezinin kısıtlaması olurdu.

Bireysellik merkezi illa ki ego merkeziyle aynı yerde olmak zorunda değil.

Kişiliği (personality) [İng. personality] “persona” ile ilişkilendirmeyi tercih ederiz ama asıl “bireyselliği” (actual individuality) ifade edecek başka bir sözcüğe ihtiyaç duyarız.

Bireysellik, “insan” diye adlandırdığımız bütün varlığın özelliğidir; dolayısıyla bireysel merkez, benliğin (self) merkezidir ve bu dört civciv (chicken) bariz biçimde o merkeze aittir; ayrıca hastanın müdahalesine ve onun en yüksek dikkatine ihtiyaç vardır, yoksa merkez sürekli dağılır ve ayrışır.

Bilinçli kısıtlanma ve direnç meselesini, benliğin kısıtlanması (self) sorunundan ayırmaya meyilliyim; yani, bilincin alanının dışındaki merkezin bütünleşmesi (integration).

Belki de hasta, “kısıtlama” ya da “özdenetim” (self-control) kelimesine bile tepki gösteriyordur, çünkü bilincindeki kısıtlama sorunundan bıkmıştır.

Rüyada kastedilen şey, bilinciyle ilgili sorunlarla alakalı değildir.

Bilinçdışı dışındaki bir merkezle ilgilidir.

Bu, bir araya getirilmesi gereken dört civcivi ve ayrıca kızarmış (roast) tavuklar (chicken) fikrini içerir.

Bu merkezi temsil etmenin tuhaf bir yolu.


I Ching’de “Kazanın İçindekiler” (No. 50) adında bir hexagram vardır. Prof. Wilhelm’e göre, üç ayaklı bir pişirme kabı, yogada “yeni insanı” üretme tekniğini simgeler.

Kapta çok iyi bir şey vardır, bu kralın yemeğidir; sülünlerin yağı içindedir.

İşte orada “tavuk” elde etmiş oluyorsunuz.

Rüyanın bu bölümü, ego-dışı merkezin kendi başına öylece var olmadığını, hastanın kendisi tarafından ve büyük özenle ortaya konması gerektiğini gösterir.

“Kazanın İçindekiler” metninin bir kısmında şöyle yazar:

“Ateş, ağacın üzerindedir. / Kazan’ın imgesi budur. / Böylece üstün insan (superior man) kaderini sağlamlaştırır / Mevkisini doğru kılarak.” … “Ters çevrilmiş ayakları olan bir ting (kazan) vardır.” (Her şey dışarı atılır, sonra kullanılmaya hazır olur.)

“Ting’de yemek vardır. / Dostlarım kıskançlık duyuyor, / Ama bana zarar veremezler.” … “Ting’in sapı değiştirilmiştir. / Kişi hayat yolunda engellenir. / Sülünün yağı yenmez. / Bir kez yağmur yağdığında, pişmanlık biter.” … “Ting’in ayakları kırılmıştır. / Prensin yemeği dökülmüştür.” … “Ting’in sarı kulpları, altından taşıma halkaları vardır.” … “Ting’in yeşim halkaları vardır.” (Bu, büyük şanstır.) “Hiçbir şey ilerlemeye hizmet etmez durumda değildir.”


Bu “kap” fikri, Taoist atalara tapınma (ancestor-cult) töreninde kullanılan bir çeşit sunu kabından gelir. O, yeni varlığın biçimlendiği ruhsal rahmin (spiritual womb) bir simgesidir.

İlk dönem Hristiyanlar’daki “krater” ya da simyacılardaki “imbik” (retort) ile aynıdır; orada yeni varlık üretilir.

Normalde karışmayan şeylerin parçaları bir araya atılır, ama ateş içinde birleşir ve altını—yeni insanı—meydana getirirler.

Böylece kap, altın kulplar hatta en değerli taş olan yeşimden (jade) yapılmış kulplar kazanır; “taşların taşı” olarak lapis lapidum.

Burada Orta Çağ simyasında olduğu gibi aynı fikir vardır: “lapis lapidum” filozof taşının (philosophers’ stone) karşılığıdır.

Sülünlerin, pren­se yemek olması için kapta pişirildiği düşüncesi, tüm bu pişirme işleminin hexagramın beşinci satırına atıfta bulunmasıyla ilgilidir: Bu, “Hükümdar”ın (Ruler) konumudur.

Beşinci satır, altındır; yapılacak prens, yeni insandır.

Ama önce sülünü elde etmek, onu vurmak (avlamak) gerekir. I Ching’de çokça avlanma (hunting) sembolizmi vardır.

Bütün bu anlatımlar, insanın içgüdü demetinin—kaotik içgüdüler bütününün—hiç de bütünleşmiş halde olmadığını ifade eder.

İçgüdüler çoğu zaman birbirine zıttır ve insan onlarla parçalanır. Onlar bir hayvanat bahçesindeki hayvanlar gibidir, birbirlerini hiç sevmezler, birbirlerini ısırırlar ve kaçmaya çalışırlar.

Dolayısıyla, “olduğunuz içgüdü demeti” için bir şey yapmak istiyorsanız, içgüdülerinizi avlamalı, bir araya getirmeli ve dönüştürmelisiniz.

Bu, dünyanın her yerinden nadir şeyleri toplamanız, hepsini bir kazanda pişirmeniz ve belki de altının ortaya çıkması anlamına gelir.

Rüyadaki fikir budur.

Dört hayvan kaçmaya çalışır ve onlar avlanıp kazana konmalıdır.

Hastaya öyle geliyor ki onlardan biri zaten yenmeye hazır.

Mükemmel insan için sofra hazırlanmıştır.

İçgüdüler, ateş üzerinde tutulup dönüştürülmesi gereken besindir.

Bu, prensin yemeğini hazırlamaktır.

Böyle bir süreçten sonra, kişi artık zıtların (pairs of opposites) çekiştirmesine maruz kalmaz; kendisiyle bütünleşmiştir—eski arzulanan durum budur.


Önceki rüyada bunların hiçbiri söylenmiyor.

Çizim (mandala), rüya sahibinin her yere, dört bir köşeye—hatta bir kere değil, iki kere—gitmesi gerektiğini, bu modele göre ilerlemesi gerektiğini ima eder.

Dünyanın aldatıcı (illusory) yönündeki büyük “yanılgı yolculuğunu” yapması gerekir ki her şeyi deneyimlesin.

Kendisine ne oluyorsa aslında kendisidir.

Bu yolculuk “avlanma”dır ve o tamamlandığında pişirme (cooking) süreci devreye girer; böylece “bir” olan varlık oluşturulur.

Kendimizin önemli parçaları dünyada bizi bekliyor ve biz, o niteliği deneyimlemek için belirli bir kaderi yaşamak zorundayız.

Eğer onu deneyimlersek, bu “kafese alınmış” olur; o tavuğun tadına bakarız.

Bu anlamda kader, diğer yönlerimizi deneyimleyebilmemiz ve sonra bütünleşebilmemiz için yaşanır.


Hastanın “tavuk” konusunda pek az çağrışımı vardı, sadece yemekle ilişkili şeyler söyledi.

Tavuklar, büyük saygı duyabileceğimiz hayvanlar değildir.

Genelde panik halinde, kör, aptal yaratıklardır; tam araba geçerken yola fırlarlar.

Bunlar, bölük pörçük (fragmentary) eğilimler için mükemmel bir benzetmedir; bizim tarafımızdan bastırılmış ya da hiç yüzleşmediğimiz, bilgimiz dışında özerk yaşayan eğilimlerdir.

Bu ruh parçacıkları, aynen tavuklar gibi, korkunç saçmalıklara yol açar; bilge insanların yaptığı aptalca şeyler gibi veya kibritlerini saklayan müsrif (savurgan) biri misali.

Karakterleriyle taban tabana zıt bir şey yaşayan insanlara dair sayısız örnek bilirsiniz.

Kontrolümüz ve gözlemimiz dışındaki her şey “tavuk”tur.


Mr. Roper: Neden sıkıca bastırdığı (ezdiği) tavuğun kızarmış olan olduğunu düşünüyor?


Dr. Jung: Bununla ilgili hiçbir çağrışımı yoktu. Bazen insanlar, dirençleri yüzünden çağrışım yapmazlar ama bazen de tamamen şaşkına döndükleri için yapmazlar.

Hastanın rüyalara bakış açısı farklı olsa çağrışımları olurdu.

Bazen bir şey çok saçma görünür de beni sinirlendirir; bu duygular, çağrışımları engeller.

Bu adam da, önceki rüyanın güzelliğinden sonra bu aptalca “tavuk rüyasına” kızıyor ve çağrışımı yok.


O tavuğa neden öylesine şiddetle bastırıyor ki ölü gibi görünüyor?

Bu tavuk, belli ki kaçmaya çalışan işlevlerinden (functions) biridir; öyleyse onun alt (inferior) işlevi, en kontrolsüz olan işlevi olabilir.

Kendisi entelektüel (intellectual) bir tip, alt işlevi ise duygu (feeling).

Duygusunu fazlaca sıkıştırdı; karısını memnun etmek için bunu yapıyordu, ama görünen kazanç buna değmez.

Büyük olasılıkla duygusunu yakaladı, onu sıktı, neredeyse öldürüyordu; sonra ona baktı. Şimdi de eski bir büyü (old magic) devreye giriyor:

Bir şeye bakarak, ona odaklanarak ya da üzerinde tefekkür (meditation) ederek onu büyütür veya yumurtadan çıkarırsınız. O, kendisi üzerine kuluçkaya yatma eyleminde.

Tanrılar bir şeyi gerçekleştirmek istediklerinde onun üzerinde durur, tapas yaparlar, tefekkür ederler. Bu durumda, hasta, ölü sandığı tavuğa bakmaya başlayınca tavuk yeniden canlanıyor.

Duygu, ne kadar sıkıştırılmış olursa olsun, üzerinde tefekkür (meditation) ederseniz yeniden canlanır.


Dr. Schlegel: Biz, bunun bir ilke sorunu olduğunu düşünmüştük; tavuğu bir araya getirip kızartmanın iyi bir şey olduğu sonucuna vardık, öyle mi?


Dr. Jung: Tekrarlamam gerekir ki bilinçdışının ahlaki (moral) bir niyeti yoktur; o sadece “Doğa”dır, olup biteni söyler, nesnel bir olayı ifade eder.

Rüya asla “ne yapılması gerektiğini” ya da “ne yapılmaması gerektiğini” söylemez. Biz kendi sonuçlarımızı çıkarmak zorundayız.

“Bilinçdışının bizden bir şeyleri yapmamızı veya yapmamamızı istediğini” söyleyemeyiz; sadece “Şöyle şeyler oluyor—dikkat etsek iyi olur” veya “Ne hoş, böyle şeyler oluyor,” deriz.

Rüya, yalnızca gerçekte olup biten şeylerin bir ifadesidir.

Biz, “tavuğun” kaçmasının veya onun kızartılmasının iyi ya da kötü olduğuna dair her tür varsayımda bulunabiliriz. Her şey mümkün.

“Tavuklar”ın, beyinsiz, parçalanmış ruhlar ya da eğilimler olduğunu; dış dünyada, başkalarında bulunduklarını söylüyoruz.


İçimizdeki tüm o parçalı şeyler, bilincimizde olmadıkları ölçüde, dışarıdaki başka insanlarda karşımıza çıkar.

Bu adam, hatalarının (errors) toplamını henüz tamamlamış değil. Kırk yedi yaşında, ama hâlâ hatalar için bolca vakti var. Kim bilir, belki bu tavuk, kaçması gereken bir ruh parçasıdır; bilemem. Bazısı kaçabilir, bazısı kaçamaz; çünkü yeterince güçlü değillerdir. Bazı insanlar vardır, kötü olmaya yetecek kadar “yetenek” sahibi değillerdir; zira kötü olmak da bir çeşit yetenektir. Bazıları bunu yapar ve onların hedefi hapishanedir, tıpkı bazılarının hedefinin Kraliyet Akademisi olması gibi.


Geçenlerde, kilisenin direği (önemli bir üyesi) sayılan, son derece saygın bir yurttaş olan bir adamı duydum. Giderek hayatından daha çok memnuniyetsizlik duymaya başlamış. Bir gece yarısı uyanıp, ‘Şimdi anladım ne tür bir adam olduğumu. Ben Şeytan’a aidim,’ demiş ve ondan sonra ‘Kötülüğe’ dönmüş (converted to Evil). Demek ki şu tavuk, kaçıp kurtulması gereken bir ruh parçası olabilir. Sadece, ‘Başardıysa ne yapabilirsin ki?’ diyebilirim.


Bir keresinde, tesadüfen tanıştığım bir adam vardı; bir rüyasında polis departmanındaymış ve bir nevi hükümlü yerleşimi gibi bir yerdeki bir evi kontrol etme görevi verilmiş. Evde aslında çok kötü suçlular yok, daha çok serseriler (tramps) ve dolandırıcılar vb. Adam, kapıyı kilitlediğini sanıyormuş ama ortalıkta yokken bu “kuşların” hepsi kaçıp gitmiş. Bu rüyayı bana anlattı ve hepsinin kaçması ona çok komik geldi. Ben de içimden, ‘Bu tuhaf, bu adamda bir gariplik var,’ diye düşündüm; ki düşündüğüm doğru çıktı. Yaklaşık bir yıl sonra ‘kötüye gitti’, iflas etti ve tamamen çöktü. Yani o tavuk meselesi değildi, durum ciddiydi; bilinçdışı ona, ‘Bak dikkat et—bilinçdışın serserilerle dolu ve onlar dışarı fırlayacak’ diyordu.


Bu adam, serserilere ve tuhaf insanlara karşı tuhaf bir ilgi duyardı. Onlarla konuşmayı ve birlikte olmayı severdi. Bana göre bu tuhaftı, çünkü hayatı buna pek uymuyor gibi görünüyordu; ama bilinçdışı, ‘serserilik’ (vagabondage) ve sorumsuzluk ile doluydu. Tıpkı bazı din adamlarının fahişelere aşırı ilgi duyması gibi. Paris’e kadar seyahat edip, onları kurtarmak amacıyla her tür geneleve giren bir papaz (rahip) vardı. Bu da tuhaftı ve sonuçta adam frengiye yakalandı ve çok kötü hastalandı.


Dolayısıyla bu tavuklarda da, kaçmaları mı gerekir yoksa kurtarılmaları mı, meselesi var. Burada, doktorun (analistin) bütün hüneri devreye giriyor. Diyelim ki kafeste kuğularım ya da kartallarım var. ‘Elbette serbest bırakılmalılar, kartallar uçmalı,’ diyebilirim; ama aynı dili tavuklar için kullanmak saçma olur. Bir kartalın özgür olması iyidir, fakat tavukların kaçıp etrafta koşturması gülünç olur.


Bu, analistin kendinden emin olmadığı bir durum için harika bir fırsat. Eğer analist, hastanın kaygılarla dolu bir adam olduğunu düşünse, belki de tavukların kaçmasına izin vermek daha iyi olurdu. ‘Rüyada onları tutmaya çalışırken kendini gülünç duruma düşürüyor. Daha iyisi, sıradan bir küçük tavuğu öldürüp yesin, sadece bir tavuk işte…’ diyebilir. Fakat ben henüz bu adamdan emin değilim. Doğası çok karmaşık ve onun bir “tavuk” olmadığını kesin bilemiyorum. Bir nevrozu yok ama büyük bir entelektüel ilgisi var. Eğer parmaklıklar ardında aslanlar ya da kaplanlar olsaydı kükreyebilirlerdi. İki yıldır onu tanıyorum ve hiç kükreme duyduğum yok. Adam çok sessiz biri ve onu rahatsız eden ‘pireleri’ (fleas) nereden kaptığını bilemiyorum. Belki de bu tavuklar ‘pire’ gibidir ve ‘kopup gitmeleri’ gerekir. Rüyada hissi, ‘Kaçmasınlar’ yönündeydi; bu da beni şüphelendiriyor. Onun için daha ziyade, o adamda özgürleşmeyi (liberation) isteyen bir ses olmadığı düşüncesine eğilimliyim.


Bazen sizlerden bazıları için de ‘Bu bir aslan mı yoksa tavuk mu?’ diye kestiremiyorum. İşte analistin kuşkuları da böyle. Bu adam tümüyle saygın biri. Öldüğünde, papaz onun kusursuz bir hayat sürdüğünü ve örnek bir koca olduğunu söyleyecektir; fakat yolda birkaç ‘pire’ kapmış, örneğin yüksek sınıf bir kokuştan (cocotte) [100 Frank vererek enfeksiyon kapmaktan kaçınıyor]. Yavaş yavaş bunun işe yaramadığını fark ediyor. Böyle bir kız için belli bir duygu taşıyor olabilir. Belki de elli yaşına gelince nasıl görüneceğini—Paris’te gördüğümüz o korkunç yaşlı cocotte’lar gibi—hayal ediyor. Böylesi şeyler içinde belirmeye başlar ve insanda çok rahatsız edici hisler yaratır. Bir çocuk gibi kör davranmıştı ve tavukların kaçması, hayatındaki kör kaçamaklar (escapades) anlamına gelebilir.


Dr. Binger: Bu rüyada telafi edici (compensatory) bir yön görüyor musunuz?


Dr. Jung: Bu, onun rüyayı nasıl ele aldığına bağlı. Mesela eğer o adam masum bir çocuk olsaydı—cennette küçük tatlı karısıyla yaşıyor gibi—belki de tavukların kaçması gerekirdi ki dünyanın gerçekte nasıl bir yer olduğunu fark etsin. Fakat bu adam saf değil, ‘kabuğu pişmiş’ (hard-boiled) bir işadamı; yine de biraz idealist yanı da var. İnsancıl bir çizgisi var, bu yüzden analizini sürdürüyor.


Mrs. Sigg: Rüyadaki ‘ben’ (I) kim? Evcil (domesticated) adam o mu?


Dr. Jung: Tavuk yakalayan, konvansiyonel (geleneksel) adam değil. Asıl konvansiyonel dış benliği, fahişelerin peşine gitmiş olan. Bu konvansiyon. Tavuklar, bilinçdışı parçalı ruhlar (fragmentary unconscious souls) ve kaçamaklar düzenliyorlar. Adamın bir felsefesi ve okumuşluğu var; kaçamakları düşünerek planlamıyor ama bir şişe şarap vs. olunca artık felsefe de kalmıyor. Bu bir ‘konvansiyon’ ve pek çok insan bunla ilgilenmez, yani ortaya çıkmadıkça kimseye zararı yoktur. Birçok kadın, kocalarının fahişelerle birlikte olmasına veya eşcinsel olup erkek çocuklarını ayartmasına ve her türlü çirkin işi yapmasına aldırmaz. Ancak koca, dürüst (decent) bir kadına âşık olursa işte o zaman mesele ederler. Bu adam da fahişelerin normal olduğunu düşünüyordu; fakat bazen sis basar gibi bir sorgulama çıkıyor. Bir keresinde fazlasıyla konvansiyonel biri bana, ‘Karımı boşayamaz mıyım sence? Yirmi iki yıldır evliyiz ve kendisini yeterince seviyorum ama daha genç bir kadın gördüm ve onunla evlenmek istiyorum. Karımla yasal olarak evlendim; yasal olarak da boşanamayacağım bir neden göremiyorum,’ demişti. Adam büsbütün mantıklı konuşuyordu ama hiç duygu yoktu.


Bu rüyayı özetlerken düşüncem şu: Rüya, ‘yeni insanın’ oluşumu için malzemeleri gösteriyor. Bu nedenle I Ching’e bir paralellik var. O, tavukların kaçmasına izin verse mi yoksa öldürüp kızartsa mı, pek fark etmez. Tavuklar kaçarsa, dışarıda bir dizi ‘tavuk macerası’ yaşar ve sonunda oyun bittiğinde geri döner, onları bütünleştirmek zorunda kalır. Ya da bu tür maceralar yaşamaya değmez diyorsa, o eğilimleri bütünleştirmelidir.


Örneğin ben Bahnhofstrasse’de (Zürih’in ünlü caddesi) yürürken çok güzel bir baston görür ve ‘İşte tam istediğim şey!’ derim; sonra da ‘Neden böyle istiyorum ki?’ diye düşünürüm. Bu bana göre değil, zaten çok fazla eşyam var ve onu atacağım. Saçma geliyor ama yine de gidip satın alırım, yüz frank öderim ve sonra atarım. Ardından da, ‘Pekâlâ, bunu satın aldım ve attım; bir deneyim yaşadım. Bunu kendime artı hanesine yazabilirim,’ diye düşünürüm. Ya da ‘Ne ahmaklık yaptım, ben böyle bir bastonu niye istedim ki; ne kadar tutarsızım!’ diyebilirim; ama bu farkındalığı da kendime artı olarak kaydedebilirim.


Bu adam için de, eğer fahişelerle bazı deneyimleri olursa belki onu daha net görebilir. Ya da ‘Bu işin hepsi sadece bir yanılsama,’ deyip tavukları kafese koyar ve kızartır; sonuç yine aynı olur. Ana mesele, kendini görebilmesi ve dağınıklığını toparlamayı öğrenmesi. Bilmiyorum, belki ailesiyle, akrabalarıyla ve arkadaşlarıyla gayet çekici (sevimli) biridir ama işinde kirli numaralar yapabilecek biridir. Emin değilim; bende öyle hafif dağınık karakterli (scattered) biri olabileceği izlenimi var. Kim olursa olsun, kendini görmeyi ve ne yolla olursa olsun kendini bir arada tutmayı öğrenmesi gerekiyor.


Bazı insanlar, dünyaya yayılıp kendilerini tanırlar, bazıları da kendini kapatarak. Bu tamamen mizaçla ilgilidir. Ekstrem (dışadönük), içedönük, aile geleneği vs. gibi birçok neden olabilir.


(Kaynak: Carl Jung, Dream Analysis Seminar, sf. 103-113)


Carl Gustav Jung ve psikolojisini eğlendirerek öğreten ve dünyada tek olan bir roman serisi olduğunu biliyor muydunuz? Daha fazla öğrenmek için lütfen tıklayınız. 


Büyük Sır Üstadı serisi 4 kitap birarada

Comments

Rated 0 out of 5 stars.
No ratings yet

Add a rating

Bu blog içeriği konusunda her türlü istek ve şikayetinizi aşağıdaki e-postaya yazabilirsiniz.

©2024 Bilinçdışı Yayınları A.Ş.

bottom of page