Carl Jung Rüya Analizi Semineri, Ders VII – 6 Mart 1929
- Nazlı
- 25 Şub
- 13 dakikada okunur

Carl Jung Rüya Analizi Semineri, Ders VII – 6 Mart 1929
Dr. Jung:
Son rüya, Rivieradaki iki yoldan, yukarıdakinden ve aşağıdakinden bahsediyordu.
Şimdi, hastamızın sorununun gerçek durumu nedir?
Bir rüya dizisi, tıpkı bir tiyatro oyunundaki gelişim gibidir.
Nihai amacın ne olduğunu bilemeyiz; yalnızca dramanın gelişimini izleyebiliriz.
Sizden ricam, seminerden önce her zaman analizde varılmış olan güncel durumu iyice düşünmenizdir.
Dikiş makinesi ve terzi kızı hakkındaki rüya vardı —hastalanmış ve nemli bir delikte çalışan bir kız— sonrasında buharlı silindirin desen oluşturduğu rüya geldi; sonra yabani otları çekip çıkaran yeni bir makine rüyası, şimdi de Riviera rüyası var.
Sizce rüya sahibinin sorunu açısından durum nedir? Son rüya bize ne gösteriyor?
Bayan Deady: Karısının tepkisi ve çocuklarla ilgili yaygarası yüzünden gerileme (regression) yaşadı. Yukarı ve aşağı yolların sembolizmi, analizinde hangi noktada olduğunu gösteriyor.
Dr. Jung: Rüya hangi unsuru vurguluyor?
Bay Gibb: Başlangıçta daha ziyade saygın tarafıyla özdeşleşmişti sanki. Rüya, onda işlerin düzensiz olduğunu gösteriyor. Zıt dürtüleriyle de ilgilenmesi mi gerekiyor?
Dr. Jung: Evet, daha önce bu konuyu ele aldı; sonra karısının tepkisiyle karşılaştı ve mümkün olabilecek sonuçları görünce korktu ve geri çekildi; ardından yabani otları çekip çıkarmak için bir makineye ihtiyaç duyduğunu gösteren rüya geldi.
Bayan Sigg: Bilinçdışı onu irrasyonel yolu seçmeye zorluyor, öyle değil mi?
Dr. Jung: Evet, onu kabul etmesi gereken bir durumda.
Dr. Binger: Bu berbat şeyin içinden geçmek zorunda, hem de zor ve uzun olsa da.
Dr. Jung: Evet, hatası, her şeyi fazlasıyla basit ele almasıydı.
Düğmeyi çevirir gibi bir şey yapabileceğini düşündü, işler yoluna girecek sandı, bu yüzden oldukça coşkuyla yaklaştı. Analiz, insanların deneysel adımlar attığı bir kimya laboratuvarına benzer; ama gerçek hayatta o adımı atsalar doğacak tüm sonuçları burada görürler.
Mesela top atış pratiğinde, iki kilo barut yerine iki yüz gram barut kullanırız. Böylece nasıl işlediğini, riskleri olmadan gösteririz.
O da adımları attı ve zorluklarla karşılaştı; bunlar, gerçek hayatta o adımı atsaydı olabilecek şeylere dair işaretlerdi.
Gözü açıldı ve geri çekildi.
Şimdi yine ilerliyor ve kendini “Kutsal Ada”ya, Riviera’ya giderken buluyor; orada öğreniyor ki tüm girişim, sandığından daha da zor.
Zorunlu trafik kuralları gibi garip durumlar var; orada iki ay kalacak olan herkesin bunlara uyması gerekir ama sadece birkaç gün kalacak biri bunlara uymak zorunda değildir. Son olarak da altı yıllık bir taahhütte bulunmak zorunda kalacağı söyleniyor.
Bilinçdışı “altı yıl” ile uzun bir süreyi kastediyor.
Nijerya’da bir zamanlar, bin Alman’ın İngiliz toprağı üzerinden yürüdüğü şeklinde bir hikâye çıkmış; bir bölük asker gidip soruşturmuş, sonra geri dönüp rapor vermişler ki aslında sadece altı asker, kaybolmuş bir devriyeye aitmiş. Yerli dilinde “altı,” “birçok” anlamına geliyormuş. Beşe kadar sayabiliyorlarmış, altı ise beşin üstündeki her şeyi ifade ediyormuş —1000 veya 10.000 dahi olabilir.
Bir keresinde bir yaşlı şifacıyla (medicine man) çalışmıştım, 100’e kadar sayabildiğini iddia ediyordu; sayıları çubuklarla gösteriyordu. 70’e vardığında “70 ve bu da 100,” diyordu; 70’in ötesini sayamıyordu.
Uygarlık sürecinde 1’den 9’a kadar olan tüm sayılar kutsallaşmıştır; mesela dinî dilde, Teslis’in (Üçleme) “3”ü veya yedi kollu şamdan (menora), “yedi kere yedi” gibi. İki ve bir de kutsaldır; Hint dininde dört, Mısır’da sekiz ve dokuz vardır. Üç kere dört, on iki yapar, bu da kutsal bir sayıdır.
Tüm kök sayıların kutsal olması, bir tür yasaklanma (tabu) ve mistik bir değer korudukları anlamına gelir. Başlangıçta onlar salt sayılar değil, “nitelikler”di; soyut nicelik değillerdi.
Bilinçdışımız “3” dediğinde, bu daha çok nicelikten ziyade niteliktir. [Dr. Jung bunu gösterirken üç kibriti bir arada, ikisini başka yerde tutarak demonstre eder.]
Bir ilkele, burada kaç kibrit var diye sorarsanız, “Üç kibrit,” der; öte yanda da “İki kibrit” der. Şimdi, üçlü gruptan bir kibriti alıp ikili gruba eklerseniz, “Burada iki tane ‘üç kibrit’ var; orada da iki kibrit var ve bir tane ‘üç kibrit’,” diyebilir.
İki-olma ve üç-olma nitelikleri işin içine girer. İlkel insan, şekillerin oluşturduğu görüntüden sayar. Estetik bir ayrım yapar, çünkü “saymadan” sayar.
Örneğin yaşlı bir reis, 600 sığırının hepsi ahırda (kraal) mı diye bilir, ama 6’dan ötesini sayamaz. Onların hepsini isimleriyle tek tek tanıyordur; “küçük Fritz” gelmemişse bilir.
Sayma, sığırların kapladığı zeminin genişliğine ve zeminin onlarla nasıl bölünmüş olduğuna dair bir bakışla yapılır; bir bütünün görüsüdür bu.
Sayı, niteliksel bir değere —görsel, estetik biçim değerine— sahiptir. Bir adam için “o üçtür” diyebilirsiniz; üç insan anlamında değil, yasak ya da kutsal “üç” anlamında. İnsanların sayıya verdikleri değere bağlıdır.
Geometrik biçimlerin yüksek psikolojik değerleri ve dolayısıyla büyüsel nitelikleri vardır. Sayılar, “3x3= Kutsal —Kutsalların Kutsalı” gibi “derecelerin” niteliğini alır. Yedi rakamı, hayal edilebilecek en kutsal sayılardan biridir; bu nedenle yedi noktalı, yedi açılı ya da yedi birimli bir figür özellikle güçlüdür.
Dolayısıyla rüya “6” dediğinde, bütün bu çağrışımları içerir. Rüya sahibine göre, arabalarını süren birçok kişi, orada sadece biraz kalacakken altı yıllık bir lisans ücreti ödemek zorunda oldukları için itiraz ediyorlar gibi görünür.
Kendisi, Riviera’ya bir keyif gezisi yapmayı düşünüyor ve bunu bilinçdışı yolculukla ilişkilendiriyor. Birkaç hoş rüya görecek ve sonra geri dönecek, ama gerçeğin başka olduğunu keşfediyor.
Bilinçdışı diyor ki: “Hele bir bekle! Sen altı yıl boyunca ödemek zorundasın, uzun süreli ve çok yoğun bir taahhütte bulunmalısın.”
Bilinçdışının böyle bir anlayışı ona dayatması, onu rahatsız eder; bundan pek hoşlanmaz. Her şeyin basit ve mantıklı olmasını ister, bu yüzden rüya meselesinden biraz şüpheli olur.
Ertesi rüya [9] şu şekilde:
Karısıyla görece samimi bir durumdadır. Ona biraz sevgi göstermeyi arzu eder, ama karısı oldukça olumsuzdur. Kendisi karısıyla çok ciddi bir şekilde konuşmaya başlar ve mantıklı davranmasını ister. Karısının, kendisiyle ayda en az bir kere cinsel ilişkiye izin vermesi gerektiğini düşündüğünü söyler. Tam o sırada tüm çocuklar odaya girer (belki de hepsi değil, sadece 14-15 yaşındaki büyük oğlan) ve karısıyla konuşmasını sürdüremez.
Çağrışımlar:
“Zaman zaman karımla konuşmayı denerim ama onda en ufak bir direnç hissettiğim anda vazgeçerim, çünkü onun cinselliğe karşı nasıl bir direnç beslediğini sözlerinden anlarım. Özellikle bir tümör için uygulanan x-ışını tedavisiyle kısırlaştırıldıktan bu yana, cinselliğe karşı epey ciddi bir direnç geliştirdi. Çocuklar odaya girince, daha fazla tartışma imkânsız gibi geliyor.”
En büyük oğlan:
“Her zaman annesinin gözbebeği oldu ve ona çok acı çektirdi. Sekiz aylıkken neredeyse enteritten ölüyordu. Üç yaşından beri astım çekiyor. Bu çocukta tuhaf bir şey var. Biraz yaramaz olsa bile ben ondan gereksiz biçimde rahatsız oluyorum, bu tamamen mantıksız bir tepkim. Eğer aynı şeyi diğer çocuklar yapsalar bu kadar sinirlenmem; karım da beni bu gerçeğe dikkat çekti.”
Dr. Jung: Şimdi bu rüya hakkında ne düşünüyorsunuz? Önceki rüyayla nasıl bağlantılı?
Dr. Binger: Önceki rüyadaki çıkmaz (impasse) burada karısıyla yaşadığı çıkmaz gibi.
Dr. Jung: O hâlde önceki rüyadan ne sonuç çıkarıyorsunuz? O rüyayı kabul etti mi? Bunu her zaman anlayabilirsiniz. Analizin çok ciddi bir iş olduğunu fark etti mi?
Dr. Binger: Karısıyla olan durumu gördü ve bu da ona analizin ne anlama gelebileceğini fark ettiriyor.
Dr. Jung: Önce analiz ciddî bir iştir diye fark etmesini sağlayan rüya geldi. Şimdi tekrar karısıyla ilgili soruna mantıklı bir çözüm getirmeye çalışıyor; yani, Riviera rüyasını kabul ettiğini düşünebiliriz. Peki, karısıyla sorunu çözme girişimi mantıklı mı?
Dr. Binger: Telafi edici (compensatory), fakat etkisiz olduğu anlamda mantıksız.
Dr. Shaw: Makul görünüyor ama sonuçta bir kadın söz konusu ve onun da söyleyecek bir şeyi var.
Dr. Binger: Adam duvara tosluyor.
Dr. Shaw: Ama karısı duvar değil!
Dr. Binger: Onun yöntemi akılcı değil, tartışmayla bir yere varamaz. Önce sevgisini kazanmalı.
Dr. Jung: Evet, önce sevgisini kazanmalı. Bu şekilde problemine yaklaşması çok aptalca. Mantıksal bir yaklaşım, bir kadının kalbine hiç hitap etmez. Bir motora ya da dikiş makinesine “Hadi çalış,” diye mantıkla ikna edebilirsiniz, ama bir kadını asla!
Rüya, ne kadar aptalca davrandığını gösteriyor; tabii gerçekte bunu yapmış değil. Onu doğru şekilde deneseydi ne olacağını bilemeyiz. Karısını hiç görmedim ama o kadının biraz “budala” olduğunu düşünüyorum; çünkü benden korkuyor.
Bir süre sonra şeytanlar onunla ilgilenir. O, bütün durumun içindeki “X” faktörü. Orada bir terslik var ve bu hikâyenin nasıl sonuçlanacağını hiç bilmiyorum. Rüya, izlediği yolun yanlış olduğunu ona gösteriyor. Niçin çocuklar bu görüşmeyi bölüyor, niçin odaya giriyorlar?
Dr. Binger: Çocuklar, onun duygu yanını temsil ediyor.
Dr. Jung: Bunu gösteren bir kanıt var mı?
Dr. Binger: Evet, çocukların hastalığı önerisine verdiği tepki.
Dr. Jung: Evet, iyi bir nokta. Peki en büyük oğlan?
Dr. Binger: Ebeveynlerin ilk aşkının simgesi.
Dr. Jung: Evet ve acı çekiyor. O, ebeveynler arasındaki çatışmanın sembolü. Belli ki çocuk bir nevroz geçirmiş ve ebeveynlerinin yanlış ilişkilerinin yükü altında eziliyor.
Çocuk üç yaşından beri astımlı; bu neyi kanıtlar?
Dr. Binger: Çocuk üç yaşına geldiğinden beri ebeveynler ve çocuk arasında bir sorun olduğunu.
Dr. Jung: Evet, bir kadın kendini bir erkeğe böyle kapatıyorsa, arada çok ciddi bir mesele var demektir.
Üç yaşından beri bir şeylerin yanlış gittiğinden emin olabilirsiniz.
Bu sürekli bastırma, geceleyin çocuk üstüne çöken korku bulutu, nefes darlığına yol açıyor. Astım, bir boğulma fobisidir; korku arttıkça boğulma, karanlık ve bilinçsizlik daha gerçek hale gelir.
Gündüz her şey mantıklı ve yolunda görünür; ama gece, biriken cinsellik ilkel bir korkuya dönüşür. Bazı evlere girdiğinizde bu durumu havada hissedersiniz. Atmosferden, bastırmalardan, korkulardan, yasaklardan, hayaletlerden fark edersiniz; çocuk bunu kapar.
Astımı olan küçük bir çocuk kaçamaz. Zehirli havayı solumak zorundadır.
O çocuk “memento mori” gibi, yanlış giden her şeyin sembolü. O çocuk “susturucudur.” Odaya girince susturucu çalışır: “Susun, konu, sizin mantıksal tartışmalarınızdan daha derin.”
Sonraki rüya [10], ertesi gece:
Sorun devam ediyor; sevgi meselesiyle ne ölçüde ilgili olduğunu göreceğiz. Hasta diyor ki:
“Birisi bana bir tür mekanizma getiriyor. Onunla ilgili bir sorun olduğunu anlıyorum. Doğru çalışmıyor. Parçalara ayırıyorum ve sorunun ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Bu mekanizma, çift kalp (double heart) şeklinde; ön ve arka kısımlar bir çelik yayla birbirine bağlı. Rüyada, herhâlde yayda bir sorun olduğunu, işlevini görmediğini düşünüyorum; sanki bir taraf 12, diğer taraf 4 gibi eşit olmayan bir gerilim yüzünden.”
Çağrışım: “Genelde yay, bir mekanizmanın ruhu gibidir. Bu nesnenin kalp biçimli olması, belki insan mekanizmasına işaret eder. Örneğin düşünmeyi kafayla, sezgiyi (intuition) sempatik sinir sistemiyle, duyguyu kalple, duyumu (sensation) ise uzuvlarla özdeşleştirebilirim. Bu rüyada doğal olarak evliliğimi düşünüyorum. Hata, duygu gerilimlerindeki farklılıktan kaynaklanmalı. Muhtemelen orada başlamalıyım; duyguyu bilinç düzeyine çıkarmak için, karımı hassas konularda duygusallaşmadan düşünmeye yöneltmeye çalışmalıyım.”
Dr. Jung: Bu rüyaya ne diyorsunuz?
Bayan Chapin: Önceki rüyaya göre daha az mekanik; insani yöne geçiş var.
Dr. Jung: Evet, önceki rüyada mantıksal yolun işe yaramadığını söylüyordu. Şimdi, karşısında rasyonel bir mekanizma değil de insan kalbi olduğunun farkında.
Bu çift kalp ne anlama geliyor, aynı yayla (spring) bağlanmış, saat içindeki yay gibi “mekanizmanın ruhu” olarak?
Kalp, mekanizmanın yayı gibi—bu harika bir benzetme. Kalbin hayatın merkezi olduğunu söyleriz; duyguların sembolü olarak hep kalp öne çıkar.
Pueblo Kızılderilileri, kalpleriyle düşündüklerini söyler; bu, düşünmeyle duygunun özdeşliği demektir. Beyinle düşünen beyaz adamın deli olduğunu düşünürler.
Sık sık Afrikalı Amerikalılar (Zenciler) da mideleriyle düşündüklerini söylerler; sezgiyle duyum birbirine karışır, tüm işlevler bir aradadır. Rüyaları gerçekmiş gibi anlatırlar; hangi dünyada yaşadıkları pek belli olmaz. Dolayısıyla düşünceleri midede lokalize olur. Daha uygar insanlarda düşünce kafadadır.
Peki aynı yayla birbirine bağlı çift kalp sembolü ne anlatıyor?
Dr. Binger: Kendi kalbiyle karısının kalbi ve aralarında 12’ye 4 şeklinde gerilim farkı.
Dr. Jung: Evet, o da kendi duygusu ile karısının duygusu için öyle düşünüyor; kendi gerilimi 12, karısınınki 4.
Dr. Binger: Mekanik açıdan da iyi bir yay olur bu.
Dr. Jung: Evet ama o, bu düşünce kramplarından kurtulmalı. Sert bir iş hayatı oldu, kendisi ve başarısı için savaşmak zorunda kaldı. Her şeyi akılcı düşünmeye indirgeyerek biliyor. Entelektüel gücüyle neler yapabileceğini biliyor, onunla özdeşleşmiş durumda; şimdi öyle bir entelektüellik spazmı içinde ki, özgürce hareket etmesine imkân yok. Tek yönlü hâlde. Bu durumu bırakıp insani kalbe geri dönmesi uzun sürecek. Kendini duygularla dolu sanıyor ama aslında o sadece duygusallık (sentimentalite); gerçek duygu yok, çünkü tamamen “zihin”den ibaret.
Erkekler duygusal olur; bir kadın genelde animusuyla barışıksa duygusallığa pek kapılmaz. Duygusallık bir zayıflık, bir kendine hoşgörü, her zaman “aşağı duygunun” işaretidir. Bazı insanlar, gözyaşı döktükleri için harika duygulara sahip olduklarını sanır. Sinemaya gideriz ve ağlarız! Ne kadar duyguluyuz, değil mi? Muhteşem!
Ben, o çift kalbin yarısının karısına ait olduğu fikrinden pek tatmin olmuyorum. Gerçekliğe tam uymuyor. Tek yatak, tek tabak, tek fincan, tek kaşık vb. — bu, onun duygusallığı. Mükemmel evlilik fikri: “Tek kalp, tek akıl, tek ruh” vb.
Ben, eşit olmayan gerilimin adamın kendisinde olduğunu tercih ederim.
Dr. Binger: Bu adamın çifte kalbi var.
Bayan Zinno: Onun iş hayatı “12,” duygusu “4” ve yay da çelikten yapılmış.
Dr. Jung: Evet, kalbi hâlâ çelik bir mekanizma! Gayet sağlam bir madde, çelik! Çeliğin titreşimlerini duyguları sanıyor. Gerçekte bu, buz gibi ve sert olan gerilimi. Yani aslında iki kalbi var, ama gerçekte tek bir kalp var, iki yarımında eşitsiz bir gerilimle.
Büyük gerilim, iş ve para ile ilgili; küçük gerilim evlilikle. Saygıdeğer her erkeğin düşündüğü gibi: “Karım kendini idare eder, evlilik kendi kendine yürüyecek.”
Kadının gözündeyse tek yürümeyen iş evliliktir; zira bu onun işi. Ne kadar farklı bir bakış açısı!
Bu rüya hakkında soru var mı? Yorumu gayet net ve bana göre tatmin edici. Yoruma tam uyduğunda içimde bir tür tatmin hissediyorum.
Mekanikçi fikir, rasyonel zihnimizin bir önyargısıdır. Doğa bu taşlaşmadan nefret eder. Rüya, bilinçdışının bu mekanikçi fikri kökünden sökeceği düşüncesini vurguluyor; yabani otları sökmek için makine sembolünün anlamı bu.
İnsan, yalnızca akılcı fikirlerle yaşadığında yaşamayı bırakır.
Rüya (11), bir gece sonra:
“Okyanus kıyısındaki bir plajdayım, yüksek dalgalar sahile vuruyor, ben de dalgaların arasından dalıp geçiyorum. Orada, belli bir prensin oğlunu görüyorum.” (İşinde bu prensle muhatap olması gerekiyor; ona ‘Prens Omar’ diyelim. Kendisi prensi tanıyor, fakat oğlunu tanımıyor.)
“Sonra babam geliyor, ama korkunç derecede şişman, biçimsiz ve şekilsiz biri. Merdivenlerden neredeyse düştüğünü, onu suya taşımak zorunda kaldıklarını söylüyor. Prensin malikânesinin genel müdürüyle, kalın siyah sakallı bir adamla konuşuyor.” (Gerçekte bu adamın böyle bir sakalı yok.)
“Sonra Prens Omar bizzat geliyor ve bizimle banyodan (yüzmeden) sonra öğle yemeği yemeyi teklif ediyor. Pek çok kişiyle birlikte bir masada oturuyoruz. Babam, genel müdürle İsviçre dilinde konuşuyor.” (Tabii o adam İsviçrece anlamaz. İş hakkında şöyle açıklamalıyım: Bu malikânede çok miktarda pamuk üretilir ve rüya sahibi genel müdürle iş ilişkisi halindeydi.)
“Babam diyor ki: ‘Bizim firmamız, pamuk hasadını satın alma konusunda başka herhangi bir firmayla rekabet edebilir, ama fiyat çok yüksek, bu yüzden satın almayı başka firmalara bırakmayı tercih ederiz. Görünen o ki malikâne, bizim firmamıza nazaran diğer firmalara daha iyi şartlar sağlıyor. Defalarca, bizden başka firmalara uygulanan fiyattan daha yüksek bir fiyat istendi, ama hiçbir zaman bu kadar kötü olmamıştı.’
Sonra babam doğrudan genel müdürü, fiyatı bilerek yükseltip kâr elde etmek için başka birinden rüşvet almakla suçladı; bu, özellikle bu ticaret dalında sık rastlanan bir durumdu. Prensin kendisi bu anlaşmadan haberdar değildi. Babam bana, tüm durumu prensin kendisine anlatmam gerektiğini söylüyor. Ben de aynı fikirdeyim ama bu konuyu babamın istediği kadar doğrudan anlatırsam gelecekteki işlerin, hatta pamuk tohumu ticaretinin bile tehlikeye gireceğini biliyorum. Çekinerek yaklaşıyorum, genel müdürün gücenmeyeceği şekilde anlatamamaktan korkuyorum. Ama deniyorum, Fransızca konuşuyorum.” (Gerçekte bu genel müdür, rüya sahibinin firmasından pamuk tohumu alırmış, çünkü onların ürünü en kalitelisiymiş; ama genelde pamuğunu rüya sahibinin firmasına satmazmış.)
“Diyorum ki: ‘Biz diğer firmalara göre daha yüksek fiyattan pamuk alabiliriz, eğer çalışanlarınız nakliye işini bize biraz daha uygun hale getirirse.’”
(Bir plantasyondan pamuk aldığınızda, satış işlemini bir kadro yürütür, nakliye işini başka bir kadro yapar; tıpkı bir bağdan şarap aldığınızda, toplama, fıçı, taşıma, depolama vb. için ayrıca ödeme yapmak gibi.)
“Eminim ki uzun zamandır pamuk alan başka firmalara nakliye daha iyi yapılıyordur. Bu anlaşılır bir durum çünkü o firmalar plantasyondaki insanlara tanıdık, bizim firmamızı tanımıyorlar; bugüne dek hiç onlardan mal almadık. Başka malikânelerde nakliye koşulları genelde prensin malikânesine kıyasla çok daha makul. Prens bunu anladı ve meseleyi inceleyeceğini, durumu düzelteceğini söyledi.”
Çağrışımlar:
Denizde yüzmek: “Denizi defalarca bilinçdışım olarak düşünmüşümdür, kıyıya vuran dalgaları da bilinç dışından bilince yükselen parçalar gibi.
Dalgalar arasında dalmak: “Dalgalarla yüzerken kolayca çalkantıya kapılıp sürüklenebilirsiniz; ama dalarsanız gayet rahat ilerleyebilirsiniz. Bilinçdışından yükselen bu dalgalarla baş edebileceğimi, dalmayı öğrendiğimde sürüklenmeyeceğimi hissediyorum.”
Baba: (Babası iş hayatında hiç bulunmamış, bir din adamıymış ve uzun zaman önce ölmüş.)
“Rüyada babam şekilsiz, şişman halde. Şişman ve biçimsiz insanlar genelde fiziksel ve zihinsel olarak yavaş ve aşağı düzeydedir. Rüya her bakımdan babamı çarpıtıyor; gerçekte hiç böyle değildi. Onu son derece değersiz gösteriyor ve rüyanın ileriki gelişimi, genel müdürle ticareti tartışırken nasıl patavatsız davrandığını gösteriyor. Bu firmamıza çok zarar verebilir. Belli ki bilinçdışı, babamı her açıdan aşağıya çekiyor; çünkü böylesi aptalca bir yolsuzluk olasılığını asla göz ardı etmem kendimce mümkün değil. Bilinçli hâlimde babama karşı asla böyle bir üstünlük duygusuna sahip olamazdım.”
Siyah sakal: “Genel müdürün böyle bir sakalı yok ama babamın gençliğimde sakalı vardı, sonradan ağardı.”
Prens Omar: “Çok soylu bir aristokrat tipi; uzun boylu, gerçekten kralı andıran tavırları var. Resmî bir görevi olmamasına rağmen siyasette büyük bir rol oynar; güçlü bir figür.”
Uzun iş görüşmesi:
Durum oldukça karışık, hasta da kafası karışık; babasıyla genel müdürün birbirine karıştığını, kendisinin de prensle özdeşleştiğini görüyor.
Kendi kendine soruyor: “Acaba rüyanın tamamı, babamın kendisiyle çatışmasını mı anlatıyor? Babam ve genel müdür anlaşamıyorlar, bu bir kavgayla sonuçlanabilir. Bu durumda ben, prensin kendisi gibi araya girip durumu açıklayarak çatışmayı mı çözeceğim ve tüm meseleyi babamın elinden mi alacağım?”
Dr. Jung: Belli ki baba ile genel müdür anlaşmazlığa düşüyorlar ve prens araya girip bir şeyler yapmak zorunda. Şu an için hastayla prensin aynı kişi olduğuna dair bir işaret yok; ama babasının, genel müdürün siyah sakalına sahip olması, hastanın onların bir şekilde özdeş olduğunu hissetmesine yol açıyor ve bu nedenle prensin de kendisiyle özdeş olduğunu çıkarıyor. Fakat yine de doğru olduğundan emin değil.
Sekiz ile on yaş arasında, anne-babası Prens Omar’ın sarayının tam karşısındaki bir evde oturmuş; bu yüzden kendini prensle özdeşleştirebileceğini söylüyor.
Ticari ayrıntı:
Bu gerçek bir durum. Genel müdür, hastanın firmasına her zaman diğerlerinden daha yüksek fiyat bildirir; hasta bunun genel müdürün bir yolsuzluğundan kaynaklanabileceğini düşünür. Ama genel müdür her zaman onlardan pamuk tohumu alır, çünkü piyasadaki en iyi tohumu onlar satar. Şimdi siz ne düşünüyorsunuz?
Dr. Binger: Rüyada babanın çarpıtılması, hastanın babaya duyduğu hayranlık ve çocukça aşırı değer biçmesine (overvaluation) karşı bir telafi.
Dr. Jung: Evet, doğru.
Baba yüksek eğitimli bir din adamıydı. Hasta, en büyük oğlu olarak onu çok takdir ederdi. Baba bilgiliydi, oğlu ticarete girdi; dolayısıyla baba her zaman o zirvede kaldı, “bilge ve değişmez” biri. Bütün hayatı boyunca öyle kalmış.
Rüyada babayla ilgili olumsuz bir imge ortaya çıkıyor. Rüya sahibi, genel müdürü kalbinin derinliklerinde küçümsüyor ama onu babasıyla özdeşleştiriyor; böylece babasını da aynı duygu kategorisine sokuyor, fiziksel güzelliğini (gerçekte çok güzelmiş) de bozuyor. Rüyada baba, onda epey aşağıya çekiliyor.
Sizce rüyada babanın anlamı ne?
Dr. Binger: Baba imgesi çarpıtılmış.
Dr. Jung: Evet, ama bu mecazi bir ifade. Psikolojik olarak ne anlama gelir? Baba uzun zaman önce öldü. Yakın sokakta yaşıyor olsa ya da ticarette ortak olsa, bilinçdışı ona babayı değersiz göstererek “Sen de yolsuzluğa meyilli olabilirsin” diyebilir derdik. Ama baba ölmüş ve kimse ölüye bu şekilde değer düşürmez. O halde babadan arta kalmış bir şeydir bu, belki onunla ilgili güzel bir hatıra.
Rüya babayı bu şekilde gösterince ne anlama gelir?
Dr. Binger: Eğer baba mükemmelse, oğul sorumluluğunu ona yükleyip kendisi çocuk kalabilir.
Dr. Jung: Bu, babası hâlâ yaşıyorsa geçerli. Oğul, geçici (provisional) bir hayat yaşayabilir. Babası her zaman cüzdanını açacak gibi hisseder.
Dr. Binger: Bu tavır, babanın ölümünden sonra da sürmez mi?
Dr. Jung: Bir şekilde sürer ama öyle belirgin biçimde değil. İki vaka gördüm; babaları ölünce çöktüler. Bütün “geçici hayat”ı gerçek sanıyorlardı; baba ellerinden alınınca dağıldılar.
Bu bana Alphonse Daudet’nin Tartarin de Tarascon hikâyesini hatırlatıyor. Tartarin, tüm Provence’ın en büyük palavracısı ve dolandırıcısıdır. Alp Kulübü’ne üyedir ama İsviçre’de hiç dağa çıkmamıştır. Gidip Rigi’yi tırmanmaya karar verir. Güneş kaskı ve tüm dağcı malzemeleriyle gelir. Zirveye çıkan bir tren olduğunu ve orada yalnızca ilgisiz İngiliz turistlerin olduğunu görür. Sarhoş olup “Bu ne aptallık!” diye öfkelenir. Derken Rigi’nin en yüksek dağ olmadığı, Jungfrau’ya çıkması gerektiğini duyar. İki rehberle beraber tırmanır. Turistler için Compagnie Anglo-Suisse tarafından her şey hazırlanmıştır; en ufak tehlike yok. Güler, her şey kolaydır, sonra memleketine dönüp çılgınca yalanlar uydurur maceraları hakkında. Bir arkadaşı öykülerine inanmaz ve onu rehbersiz Mont Blanc’a tırmanmaya davet eder. Giderler ve çok geçmeden Tartarin bunun gerçek bir ölüm-kalım meselesi olduğunu fark eder. Buz denizinde (mer de glace) yollarını kaybederler, sis çöker, her taraf karanlık ve korkunç! Düşerlerse ölürler. Allah aşkına, bu iş ciddi! İp bağlarlar, buzda ilerlemeye çalışırlar. Bir anda ip çekilir, Tartarin cebinden çakıyı çıkarır ve arkasındaki ipi keser; geriye ufak bir ip ucu kalır. Sonunda bin bir güçlükle Chamonix’ye döner. Tarascon’daki dostlarına cesaret hikâyeleri anlatır, arkadaşının kollarında nasıl öldüğünü söyler. Birkaç gün sonra arkadaşı çıkar gelir, “Yahu ölmüş değilsin ki!” der. Kılavuzlar ipi her iki uçtan da kesilmiş bulunca iş açığa çıkar. Bu, “geçici yaşam” örneğidir. Tartarin, Compagnie Anglo-Suisse (babası) var sanıyordu, o zaman hiçbir şey gerçek değildir.
Bir adam babasıyla yaşadığı tavrı koruyarak geçici hayat yaşamaya devam edebilir. Bu hepimizin başına gelmiştir. Kendinize sorun, hiç böyle yaşamadınız mı? En büyük ayartı, “Bir şeyler bu işi halleder,” diye varsayıp öyle yaşamaktır. Bu bir baba kompleksi, pozitif türden. Negatif baba kompleksi olan biri ise hayatta kendisi için hazırlanmış hiçbir şey olmadığına inanır.
(Kaynak: C.G. Jung, Dream Analysis: Notes of the Seminar Given in 1928-1930, Ed. William McGuire, Ders VII, 6 Mart 1929, ss. 150-161)
Carl Gustav Jung ve psikolojisini eğlendirerek öğreten ve dünyada tek olan bir roman serisi olduğunu biliyor muydunuz? Daha fazla öğrenmek için lütfen tıklayınız.

Komentar