Aion'da Gölge
- Nazlı
- 3 Mar
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 20 Mar

Aion: Researches into the Phenomenology of the Self (C.G. Jung’un Toplu Eserleri Cilt 9 Kısım 2)
GÖLGE
Kişisel bilinçdışının içeriği, bireyin yaşamı boyunca edinilirken; kolektif bilinçdışının içeriği, başlangıçtan beri var olan arketiplerdir. Bunların içgüdülerle ilişkisi başka bir yerde ele alınmıştır.
1 Deneysel bakış açısından en belirgin şekilde tanımlanabilen arketipler, benlik (ego) üzerinde en sık ve en rahatsız edici etkiye sahip olanlardır. Bunlar gölge, anima ve animustur.
2 Bunların içinde en kolay erişilebilir ve deneyimlenmesi en kolay olanı gölgedir; çünkü doğası, kişisel bilinçdışının içeriğinden büyük ölçüde çıkarılabilir. Bu kurala tek istisna, oldukça nadir görülen ve kişiliğin olumlu niteliklerinin bastırıldığı, benliğin de bu sebeple özünde olumsuz ya da elverişsiz bir rol oynadığı durumlardır.
4 Gölge, tüm benlik-kişiliğe meydan okuyan ahlaki bir sorundur; zira hiç kimse önemli ölçüde ahlaki çaba sarf etmeden gölgenin farkına varamaz. Onun farkına varmak, kişiliğin karanlık yönlerini mevcut ve gerçek olarak tanımayı gerektirir. Bu eylem, her türlü öz-bilgi için gerekli koşuldur ve genellikle ciddi bir direnişle karşılaşır. Nitekim, psiko-terapötik bir yöntem olarak öz-bilgi, çoğu kez uzun bir zaman dilimine yayılan, özenli bir çalışma gerektirir.
5 Gölgeyi oluşturan karanlık özelliklerin, yani aşağılıkların yakından incelenmesi, onların duygusal bir doğaya, bir tür özerkliğe sahip olduğunu ve buna bağlı olarak saplantılı ya da daha doğru ifadeyle “sahiplenici” bir niteliği olduğunu gösterir. Bu arada duygu, bireyin bir etkinliği değil, onun başına gelen bir şeydir. Duygulanımlar (affect), genellikle uyumun en zayıf olduğu yerde ortaya çıkar ve aynı zamanda bu zayıflığın nedenini de açığa vurur; yani belli bir aşağılık derecesini ve kişiliğin daha alt bir düzeyde var olduğunu. Bu daha alt düzeyde, denetimden çıkmış veya neredeyse denetim dışı kalmış duygularla, insan aşağı yukarı bir “ilkel” gibi davranır; sadece duygularının pasif kurbanı olmakla kalmaz, aynı zamanda ahlaki yargıda bulunma konusunda da olağanüstü derecede yetersizdir.
6 Her ne kadar içgörü ve iyi niyetle gölge bir ölçüde bilinçli kişiliğe katılabilse de, deneyim gösteriyor ki, onun belli özellikleri ahlaki kontrolü en inatçı şekilde reddeder ve etkilenmesi neredeyse imkânsız görünür. Bu direnişler genellikle, o şekilde tanınmayan yansıtmalara (projeksiyonlara) bağlıdır ve onların tanınması, sıradanın ötesinde bir ahlaki başarıdır.
Gölgeye özgü bazı özellikler, çok fazla zorlanmadan kişinin kendi kişisel nitelikleri olarak tanınabilir; fakat bu durumda hem içgörü hem de iyi niyet etkisiz kalır, çünkü duygunun sebebi, hiç şüpheye yer bırakmayacak biçimde öteki kişide görünür. Tarafsız bir gözlemci için bunun projeksiyon meselesi olduğu ne kadar bariz olursa olsun, öznenin bunu kendisinin fark etmesi pek olası değildir. Duygusal açıdan yüklü projeksiyonlarını yönelttiği nesneden geri çekmeye razı olmadan önce, kişinin çok uzun bir gölgeye sahip olduğunu kabul etmesi gerekir.
7 Diyelim ki belirli bir birey, projeksiyonlarını tanımaya hiç niyetli değildir. O zaman projeksiyon üreten etken serbestçe hareket edebilir ve bir nesnesi varsa onu gerçekleştirebilir ya da gücüne özgü başka bir durumu ortaya çıkarabilir. Bildiğimiz üzere projeksiyonu yapan bilinçli özne değil, bilinçdışıdır. Bu yüzden projeksiyonlarla karşılaşırız, onları bilerek yapmayız.
Projeksiyonun etkisi, özneyi çevresinden yalıtmaktır; çünkü gerçek bir ilişki yerine artık yalnızca yanılsamalı bir ilişki vardır. Projeksiyonlar, dünyayı kişinin kendi bilinmeyen yüzünün bir kopyasına dönüştürür. Son tahlilde bu durum, kişinin sonsuza dek erişilemez kalan bir gerçekliğin hayalini kurduğu, oto-erotik ya da otistik bir duruma götürür.
Ortaya çıkan “sentiment d’incompletude” (tamamlanmamışlık duygusu) ve daha da kötüsü “kısırlık” hissi, projeksiyon tarafından çevrenin kötü niyetine atfedilerek açıklanır; bu kısır döngü vasıtasıyla yalıtım daha da şiddetlenir. Özneyle çevre arasına ne kadar çok projeksiyon yerleştirilirse, benliğin kendi yanılsamalarını görmesi de o kadar zor olur. Yirmi yaşından beri bir kompulsiyon nevrozu çekmiş ve dünyayla tüm bağlantısını koparmış, kırk beş yaşındaki bir hasta bana bir keresinde şöyle demişti: “Hayatımın en iyi yirmi beş yılını boşa harcadığımı kendime asla itiraf edemem!”
8 Bir insanın, hem kendi hayatını hem de başkalarının hayatını nasıl apaçık bir biçimde berbat ettiğini görmek ve yine de bu trajedinin büyük ölçüde kendi içinde başladığını ve onu sürekli besleyip sürdürdüğünü idrak edememesi sıklıkla trajiktir. Elbette bu, bilinçli bir şekilde gerçekleşmez—bilinç düzeyinde, sürekli uzaklaşan vefasız bir dünyayı lanetlemek ve ona ağıt yakmakla meşguldür. Aslında onun dünyasını örten yanılsamaları ören, bilinçdışı bir etkendir. Örülen şey ise eninde sonunda onu bütünüyle sarıp sarmalayacak bir kozadır.
9 Bu tarzda çözülmesi çok zor, hatta imkânsız olan projeksiyonların, kişiliğin olumsuz yönü demek olan gölge alanına ait olduğunu varsaymak mümkündür. Ancak, bir noktadan sonra bu varsayım geçersiz hale gelir; zira o sırada ortaya çıkan semboller, artık aynı cinse değil zıt cinse işaret eder—erkek için kadına, kadın için erkeğe.
Artık projeksiyonların kaynağı, her zaman özneyle aynı cinse ait olan gölge değildir; bunun yerine karşı cinse ait bir figür söz konusudur. Burada, bir kadının animusu ve bir erkeğin animasıyla karşılaşırız ki, bu iki arketipin özerkliği ve bilinçdışı oluşu, projeksiyonlarının inatçılığını açıklar.
Gölge her ne kadar mitolojide anima ve animus kadar iyi bilinen bir motif olsa da, öncelikle kişisel bilinçdışını temsil eder ve bu nedenle içeriği çok fazla güçlük çekmeden bilinç haline getirilebilir. Bu bakımdan anima ve animustan ayrılır; çünkü gölge nispeten kolaylıkla görülebilir ve tanınabilirken, anima ve animus bilinçten çok daha uzaktır ve normal koşullarda pek nadir—hatta hiç—gerçekleştirilmez.
Biraz öz-eleştiriyle, gölgenin kişisel doğasını belli bir ölçüde kavramak mümkündür. Ancak, gölge bir arketip olarak belirdiğinde, anima ve animusla aynı güçlüklerle karşılaşılır. Başka bir deyişle, kişinin kendi doğasının göreceli kötülüğünü tanıması elbette mümkündür; fakat mutlak kötülüğün yüzüne bakmak, ender ve sarsıcı bir deneyimdir.
~Carl Jung, Aion, The Shadow, Sayfalar 7-8.
Carl Gustav Jung ve psikolojisini eğlendirerek öğreten ve dünyada tek olan bir roman serisi olduğunu biliyor muydunuz? Daha fazla öğrenmek için lütfen tıklayınız.

コメント